Fransa Tarihi

fransa bayrağı
Fransa Bayrağı
M.Ö. birinci yüzyıla kadar Fransa hakkında pek az bilgi vardır. O zamanlar bu ülkeye Gallia ismi verilirdi. Galliada, Galluslar,
Keltler ve şimdiki Gaskonyanın Boskları yaşarlardı. Gallia kabile başkanları tarafından idare edilirken M.Ö. 51-58 yılları arasında
Caesar tarafından fethedilmiş ve 500 yıl Roma idaresinde kalmıştır. Romanın tesiriyle yeni bir Gallia-Roma medeniyeti doğmuş,
Hıristiyanlık da hızla yayılmıştır. Beşinci yüzyıl başlarında Germen boyları Romayı istilaya başlayınca Galliaya da gelmişlerdir. Galliaya ilk gelen Germen boyları Vizigotlar, Franklar ve Burgundlardır. Roma İmparatorluğunun ortadan kalkma tarihi olan 476dan on sene sonra, yani 486'da Clovis idaresindeki Franklar, Gallianın son Roma varisi Syagrrusun kuvvetlerini Sorssunsda bozguna uğratmışlar ve Clovis, Frankların kralı olmuştur. Clovis, daha sonra Güney Galliayı Vizigotlardan almış ve 496 yılında Almanyaya hakim olarak Merovenj sülalesini kurmuştur. Ölümünden önce topraklarını oğulları arasında paylaştırdığı için, ölümünden sonra bir daha birlik sağlanamamış, yıllarca kardeş kavgaları devam etmiştir.

Merovenj krallarının zalimane ve sefih bir hayat sürerek birbirleriyle sürdürdükleri mücadele, Gallia ülkesini fakir, harap bir hale getirmiştir. Merovenj kralları adına ülkeyi idareye başlayan Caroling sülalesinden Karl Martel, Franklarda tekrar bütünlüğü sağlamış, hatta İspanyada devlet kurmuş olan Emevilerin bir ordusuyla 732 yılında Poitiers-touıs arasında yaptığı savaşı kazanmıştır. Oğlu olan Bodur Péppin, son Merovenj kralını tahtından indirerek kendini 751'de kral ilan etti. Papa tarafından da kral olarak takdis edildi. Oğlu Büyük Karl zamanında ülke toprak olarak genişledi. Oğlu olan Birinci Ludvige gelişmiş, büyümüş bir Fransa ile Almanya bırakmıştır. Birinci Ludvigin ölümü ile ülke üçe bölündü. 843 yılında üç kardeş Verdun Antlaşması ile ülkeyi taksim ettiler. Ülke kendini meydana getiren üç millete (Fransız, İtalyan ve Alman) birer papa düşecek şekilde bölündü. Bugünkü Fransa, Dazlak İkinci Charles (Kel Şarl)'ın payına düşen kısımdadır. Ülkeye Francie (Fransa) ismi bu zamanda verildi.

Bundan beş asır sonra 1337de İngiltere Kralı Üçüncü Edwardın Fransa tahtında hak iddiası ile ülkenin bir kısmını işgal etmesi bu iki ülke arasında "100 Yıl Savaşları" adı verilen uzun süreli bir harbin meydana gelmesine sebep oldu. Bu savaşlar 1420 senesinde Fransanın kendi topraklarını kurtarması, İngilterenin ise iddia ettiği hakkını alamaması ile nihayet buldu. Bu zamandan sonra 1422de başa geçen yedinci Charles, ülkeyi kuvvetlendirmek için çalışmalarda bulundu. Daha sonraları 1498 senesinden 1547 senesine kadar ülkeye hükmeden On İkinci Louis ve Birinci François zamanında ülke, Almanya ve İtalya ile her seferinde aleyhinde neticelenen uzun süreli savaşlara girdi.

On altıncı asırda, her geçen gün bozulan Hıristiyanlık dininin daha değişik ve bozuk mezhebi olan Protestanlık, Fransada yayılmaya başladı. Yeniçağda ortaçağ zihniyetinin hakim olduğu asiller ve avamlar şeklinde insanların hürriyet ve haklarının son derece sınırlı olduğu bir sosyal yapıya sahip olan Fransada kilise ve kral, 1572de ülkede büyük bir Protestan katliamına girişti. 1600lü yıllardan itibaren ülkede sömürgecilik zihniyeti yoğunlaştı. Dünyanın çeşitli yerlerinde ülkeleri kendi refah ve rahatları için insanlık dışı muamelelerle sömürmeye başladılar. On yedinci yüzyılın sonlarında diğer Avrupa devletlerinden İspanya, Hollanda ve İngiltere ile uzun süreli savaşlara giren Fransada daha sonra 1774'te, Kral Onaltıncı Louis zamanında, sonu tarihte çok meşhur olan, yakınçağın başlangıcı kabul edilen 1789daki ihtilalle neticelenen iç karışıklıklar yoğunlaştı. 14 Temmuz 1789'da Paris halkı, kral ve asillere karşı ayaklandı. Siyasi mahkumların bulunduğu Bastılle Hapishanesini basan isyancılar, buradaki mahkumları serbest bıraktılar. Kral devrilerek bir ay sonra meclis "Vatandaş ve İnsan Hakları Beyannamesi"ni yayınladı.

Bu hadisenin devamı olarak 1797 senesinin Eylül ayında ülkede Cumhuriyet ilan edildi. Fransada bu yeni siyasi değişiklik, komşu devletleri telaşa düşürdü. Bunlardan İngiltere başta olmak üzere toplam beş ülke ile savaşmak zorunda kaldı. Ülkedeki yeni yönetime geçilmesi üzerinden fazla bir zaman geçmeden 1799da başa geçen General Napolyon Bonapart, ülke idaresinde tek söz sahibi olan kişi durumuna geldi. Bunun neticesi olarak da 1804te kendisini Fransa İmparatoru ilan etti.
Napolyon Bonapart, kuvvetli bir ordu teşkil ederek dünya hakimiyetini ele geçirmek için İngilizlere ve Avrupanın çeşitli yerlerine aralıksız seferler düzenledi. Osmanlılara karşı Mısırda Akka Kalesinde yapılan savaşta büyük bir hezimete uğrayan Bonapart, kendisini tekrar toparladıktan sonra 1812de 500.000 kişilik düzenli bir ordusu ile bu sefer de Rusya üzerine yürüdü. Fransadan Moskovaya kadar ilerleyen Napolyon, kazandığı zaferlerini Moskovanın soğuğuna kaptırdı. Fransızların alışamadığı soğuk havada Rusların küçük saldırılarından çok perişan oldu. Moskovayı işgal eden zamanının en büyük ordusu, perişan bir vaziyette geri çekilmeye başladı. Fransaya ordunun ancak % 15i dönebildi.

1812 yılı sonlarında Parise dönen Napolyonun elinde İmparatorluğunu ayakta tutacak düzenli bir ordusu kalmamıştı. Hemen yeni bir ordu kurulması hazırlıklarına başladı. Napolyonu toparlanmadan bastırmayı planlayan Avrupa devletleri, bir ittifak kurdular. Rusya, Prusya, İngiltere, İsveç ve Alman devletleri bu ittifaka katıldılar. Bu durum üzerine Napolyon hazırladığı ordusu ile Almanyaya girdi. Rus ve Prusya ordularını arka arkaya iki defa yendikten sonra Saksonyayı işgal etti. Elinde yeteri kadar kuvvet bulunmadığından ateşkes antlaşması yaptı. 1813 yılında ateşkes bozularak savaş yeniden başladı. İttifak devletlerinin orduları 19 Ekim 1813 tarihinde yapılan Leibzig Savaşında Napolyonu yendiler. Bu mağlubiyet üzerine Napolyon çekilmeye başladı; ittifak devletleri ilerlemeye devam ettiler. 30 Mart 1814te Parise girdiler. Bu gelişmeler karşısında Fransız halkı Napolyonun aleyhine döndü. Fransız Senatosu Napolyonu imparatorluktan istifaya çağırdı. Bunun üzerine Napolyon tahttan çekildi. 20 Nisan 1814te Elbe Adasına sürüldü. Bundan sonra krallık tekrar kurularak, tahta Onsekizinci Louis getirildi. Bir ara Napolyon tekrar idareyi ele aldı. 1815teki Waterloo Savaşını kaybetmesiyle 100 günlük saltanatı tekrar sona erdi. Amerikaya gitmek isterken, İngilizlere teslim oldu. Tahta tekrar Onsekizinci Louis geçti (1814-1824). Krallık idaresi 1848 yılına kadar devam etti.

1848'den 1852'ye kadar süren bir Cumhuriyet idaresi tesis edildi. Almanyaya karşı 1870'te Fransanın açtığı savaş, hezimet ve ağır şartlar ihtiva eden bir antlaşma ile son buldu. Savaş sonunda 1871'de Cumhuriyet üçüncü defa ilan edildi. Yeni rejim Asya ve Afrikadaki sömürgelerine daha insafsızca muamele etmek suretiyle savaş tazminatı borçlarını çok kısa bir sürede ödedi.
Birinci Dünya Savaşına İngiltere ve Rusyanın müttefiki olarak girdi. Bağlı bulunduğu ittifakın savaştan galip çıkmasına rağmen Fransa kendi bünyesinde çok büyük zarar gördü. İkinci Dünya Savaşında da İngiltere, Rusya ve Amerika safında yer alan Fransa, harbin başında Almanya tarafından işgal edilmiş fakat harbi müttefikler kazanınca işgalden kurtulmuştur. 1946 yılında, dördüncü defa cumhuriyet ilanından sonra savaş masraflarıyla çok bozulan mali durum, Amerikan yardımlarıyle düzeltilebilmiştir.

Fransa içte ve dışta güçlenmeye çalışırken denizaşırı sömürgelerini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Önce Suriye ve Lübnan, sonra Çin hindi, Tunus ve Fas bağımsızlıklarını kazandılar. Bu sömürgelerinin elden gitmesinin hemen akabinde, Cezayir de bağımsızlık için ayaklanınca, bu ülkede uzun zamandır yaşayan Fransızların çokluğu bütün Fransayı harekete getirmiş, 1958 yılında ordu bir darbe yaparak on iki yıldır iktidardan uzak kalan General de Gaulleü geniş yetkilerle göreve çağırmıştır. De Gaulleün halk oyuna sunduğu anayasa ile beşinci cumhuriyet kurulmuştur. De Gaulle, Fransa tarihinde en fazla başkanlıkta kalan kimse olarak 11 yıl ülkeyi idare etmiş, içte ve dışta Fransayı parlak bir duruma getirmiş, fakat Cezayirin bağımsızlık kazanmasına engel olamamıştır. 1968 yılı Mayısında başlayan öğrenci-işçi hareketleri aynı yıl bastırdı, fakat De Gaulle 1969 Nisanındaki halk oylamasında görevinden ayrılmak mecburiyetinde kaldı.

1969 Haziranında yapılan seçimler sonunda Cumhurbaşkanlığına Pompidou geldi. Pompidou da bir müddet De Gaulle'ün politikasını devam ettirdi. 1972 yılında Pompidou, De Gaulle'ün politikasını değiştirerek İngilterede Ortak Pazara (AET) girme müzakerelerine başladı ve 1973 başında Fransa AET'nin bir üyesi oldu. 1974 Nisanında Pompidounun ölümü üzerine Bağımsız Cumhuriyetçi Partiden Giscard dEstaing, Sosyalist François Mitterandı yenerek başa geçti. 10 Mayıs 1981'de yapılan seçimlerde, Sosyalist Mitterand Cumhurbaşkanı oldu. Mitterand 5 önemli endüstri dalını ve önemli özel bankaları devletleştirdi. 1988 seçimlerini tekrar Mitterand kazandı.


Tarih Boyunca Türk-Fransız İlişkileri
Türk ve Fransız milletleri arasında siyasi, askeri ve kültürel münasebetler bu iki milletin tarihlerinin ilk zamanlarından itibaren başlamaktadır. Hun Türklerinin lideri Attilanın 451 yılında Gallio (Galya) içlerine, Orleansa kadar devam eden akını, Türk-Fransız milletleri arasındaki münasebetlerin başlangıcıdır. Fakat esas münasebetler Müslüman batı Türkleri ile olmuştur. Alparslanın 1071 yılında Malazgirt Meydan Savaşını kazanmasıyla Anadolu topraklarına Türklerin yerleşmesi, Avrupa milletleri nazarında (günümüze kadar devam eden) bir Türk meselesi doğmasına sebeb olmuştur. Bu tarihten itibaren Anadolunun, daha sonra İstanbulun, Avrupa Rumelisinin Müslüman Türklere karşı savunulması ve kurtarılması, Hıristiyan Avrupa milletlerinin en başta gelen meselesi olmuştur. Bu maksatla Hıristiyan Avrupa, günümüze kadar devam eden, değişik şartlarda ve hüviyetlerde Haçlı seferleri düzenlemiştir. Hıristiyan Avrupa milletlerinden birisi olan Fransızlar da hangi idareye tabi olurlarsa olsunlar, bu Haçlı seferlerinde devamlı rol almışlardır. Bu sebeplerledir ki askeri ve kültürel temaslar yüzyıllar boyunca devam edip gelmektedir.

Papa İkinci Urbonus, bütün Hıristiyan Avrupa devletlerini birleştirip hem Türkleri durdurmak hem de Kudüsü almak fikriyle faaliyete başladı. Türklere karşı ilk tepki Fransada kendini gösterdi. İlk Haçlı kafilesini Pierre lErmite adlı bir Fransız keşişi harekete geçirdi. Etrafında 50.000 Fransız topladı. Bu kafile Kudüsü almak hülyasıyla Fransadan ayrıldı (1096). (Bkz. Haçlı Seferleri)

1147-1149 tarihleri arasında Fransa Kralı Yedinci Louis ile Almanya İmparatoru Üçüncü Konrad İkinci Haçlı Seferini başlatarak Anadolu üzerine yürüdüler. İlk dalga 75.000 kişilik ordusuyla Alman ordusu idi. Selçuklu Sultanı Birinci Mesud, Haçlı kuvvetlerini yok etti. Alman kralı 5000 askeri ile zor kaçabildi. Fransa Kralı Alman askerlerinin döküntülerini de toplayarak 155.000 kişilik ordusuyla sefere devam etti. Sultan Birinci Mesud, Haçlıları Toros geçitlerine çekti. Toroslarda müthiş zayiat veren Fransız askerleri, Antakyaya sığındılar. Şama yaklaştılar. Bu şehrin varoşlarında Türkler tarafından bir defa daha bozulup geriye atıldılar.

1189-1192 yılları arasında yapılan Üçüncü Haçlı Seferini tertipleyenler ve bizzat idare edenlerin içinde Fransa yine vardı. Fransa Kralı Philippe-Auguste, İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard (Fransız asıllıdır), Almanya İmparatoru Friedrich Barbarossa gibi üç şahsiyet bu seferi bizzat idare ettiler. Filistinde buluşarak Kudüse saldıran Haçlılar, Selahaddin Eyyubi ile yaptıkları savaşta ağır zayiatlar vererek hiçbir netice alamadan memleketlerine döndüler.

Kudüsün yine Türklerin eline geçmesiyle Fransa Kralı Saint Louis ve kardeşlerinin kumandasındaki Haçlılar, 1248-1254 yılları arasında Yedinci Haçlı Seferini tertip ettiler. Fransa kralı komutasındaki Haçlılar Mısıra çıktılar. O sıralar Mısır-Suriye ve çevre ülkeler Türk Memluklerin elindeydi. 1250'de Mansure Meydan Muharebesinde büyük bir bozguna uğrayan Haçlılar, Fransa kralını da Türk Memluklere esir vererek dağıldılar.

Esaret yıllarından sonra memleketine dönen Fransa Kralı Saint Louis, intikamını almak için Sekizinci Haçlı Seferini tertip ederek 1270 yılında Tunusa çıktı. Fakat bir kuşatma esnasında öldü. Bundan sonra, kısa zamanda yakın doğudaki Haçlı topraklarının tamamı Türkler tarafından alındı. Haçlı seferlerinin başlamasından iki asır sonra Yakın Doğuda Haçlılardan hiçbir iz kalmadı.

Daha sonraları Osmanlı Türklerine karşı olsun, şimdiki TürkiyeCumhuriyetine karşı olsun yapılan sıcak ve soğuk harbler yine Haçlı zihniyetinden kaynaklanmasına rağmen, ilk sekiz Haçlı seferinden ayrı olarak mütala edilmektedir.

İlk sekiz Haçlı seferlerinden sonra Türk ilerleyişi bir müddet yavaşladı. On dördüncü yüzyılın başında Yıldırım Bayezid zamanında Avrupa Rumelisini ve İstanbulu tehdid eden bir güç haline geldi. Bu Türk tehlikesi karşısında Hıristiyanlığı kurtarma gayretlerinde Fransızlar tekrar faal görev aldılar.

Macar Kralı Sigismondun yardım talebine Fransa kuvvetli bir orduyu destek olarak gönderdi. Bourgogne Veliahtı Jean Seans Peur komutasında (Korkusuz Jan), Philippe dArtois, Mareşal Jean de Baurbon, Henri de Bar, Prens Enguerrand ve Guy de Tremoville ve daha birçok Fransız asilzadesi çok şatafatlı bir ordu ile bu Haçlı seferine katılmışlardı. Bu sefer için Fransadan başka İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika, Venedikliler, Rodos şövalyeleriyle diğer Avrupa memleketlerinden 200.000 kişilik büyük bir Haçlı ordusu toplandı. Sırbistan ve Eflak üzerinden iki kol halinde gelen ordu, yollarda karşılaştıkları binlerce silahsız Türkü esir alarak hiç sebepsiz kılıçtan geçirerek Niğbolu Kalesi önünde birleştiler.

Niğboluda Yıldırım Bayezid Han karşısında ağır bir hezimete uğrayan bu Haçlı ordusunun bıraktığı esirler arasında 27 büyük Fransız asilzadesi bulunuyordu. Fransa, esirlerini ancak 200.000 duka altını nakit ve 100.000 duka kıymetinde fidye karşılığında kurtarabildi. Fransız komutanı Jean Seans Peur (Korkusuz Jan) ancak 10 Mart 1398de Parise dönebildi.

1444 Varna Koalisyonuna bütün ısrarlara rağmen Fransa katılmadı. 1501 yılında Osmanlı-Venedik savaşına katılan Fransa, Osmanlıya karşı denizden harekata girişti. Amiral Ravasteinin komutasında 10.000 yaya askeri ile takviye edilmiş Fransız donanması, 1501 Eylülünde Midilli Kalesini kuşattı, ancak Manisa Sancakbeyi Şehzade Korkutun Ayvalıka gelmesi ve Osmanlı donanmasının Ege Denizine açılması üzerine korkuya düşen Fransızlar, Midilliden alelacele çekildi ve dönüş esnasında Çuka Adası açıklarında fırtınaya kapılarak hepsi sulara gömüldüler. Bu olaydan sonra yüzyıllarca, Fransız harp gemileri Türk sularında görünmediler.

Ancak Almanya İmparatoru 1519da ölünce, Almanya İmparatorluğuna heveslenen Fransa Kralı Birinci François, Avrupa İmparatorluğuna seçilirse 3 yıl içinde Türkleri İstanbuldan ve Avrupadan silip çıkaracağını ilan etmeye başladı. Ne var ki İmparatorluğa İspanya Kralı Beşinci Karl (Charles-Quint) seçildi.

Ne gariptir ki; Fransa Kralı Birinci François, 1525 yılında İspanya İmparatoru Şarlken ile Pavrada yaptığı savaşta yenilip esir düşünce, esaretten kurtulabilmek ve Fransayı kurtarabilmek için üç yıl içinde İstanbuldan ve Avrupadan kovacağını ilan ettiği Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Handan imdat istedi. Ana Kraliçe Louis de Savore, muhteşem Osmanlı Sultanına, Kont Jean Frangioniyi yardım istemek üzere gönderdi. Yaralı bir annenin gözyaşlarını dindirmesini rica eden mektubunda Kanuniye şöyle yalvarıyordu:

"İspanya Kralı Şarlken, oğlum Fransuvayı Pavi Muharebesinde tutup hapseyledi. Şimdiye kadar oğlumun kurtuluşunu Şarlın insaniyetine bırakmış idim. Halbuki malumunuz olan insaniyeti icra etmedikten başka, oğlumun hakkında hakaret dahi etmektedir. İmdi alemin musaddakı olan azamet ve şanınız ile oğlumu düşmanımızın pençe-i kahrından halas ile ibraz-ı übbehet buyurmanızı zat-ı şahanenizden bilhassa niyaz ederim."

Esir Fransız Kralı Birinci Fransuvanın gönderdiği mektup da şöyle idi: "Dünyanın Cihad-ı mamuresinden birçok ülke ve biladın hakim ve padişahı ve bilcümle mazlumların dadhanı olan Sultan-ı muazzam ve Hakan-ı mufahham hazretlerine arzım budur ki: Macaristan Kralı Birinci Ferdinandın üzerine hücum ettiğinizde, biz dahi himmet ve inayetinizle hapisten halas olup, İspanya Kralı Şarlkenin üzerine hücum edip, öcümüzü alırız. Siz ki Şehinşah-ı celilüşşansınız, onun hakkından gelinmeye inayet buyurulduğu halde, bundan böyle bende-i nimetşinasınız olduğuna iştibah buyurulmıya." Kanuni Sultan Süleyman Han, kendinden yardım bekleyenlere, Türk asalet ve mertliğini esirgemedi. Birinci Fransuvaya (François) şu mektubu gönderdi: "...Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar rehberi, yeryüzü hükümdarlarının tacı, Akdenizin, Karadenizin, Rumelinin, Anadolunun, Karamanın, Zülkadriyyenin, Diyarbakırın, azerbaycanın, Acemin, Şamın, Mısırın, Mekkenin, Medinenin, bütün Arap diyarının ki -ulu atalarımın kılıçlarının kuvveti ile fethedilmişti- ve kendimin fetheylediğim nice diyarın sultan ve padişahı, Bayezid Han oğlu Selim Han oğlu Sultan Süleyman Hanım.

Sen ki; Frençe vilayetinin kralıFrançeskosun, huzuruma yarar ademin Fran Jan ile mektup gönderip, bazı ağız haberi de yollayarak memleketinize düşman girmiş olduğunu ve hapsedildiğinizi bildiriyorsunuz. Kurtulmanız hususunda benden inayet ve medet ve istida eyliyorsun. Her ne ki demişsen benim huzuruma arz olundu. Şimdi padişahlara sinmek ve hapis olmak caiz değildir. Gönlünüzü hoş tutun, kalbiniz kırılmasın. Bizim ulu atalarımız daima düşmanı def ve memleketler feth için seferden uzak kalmamışlardır. Ben de onların yolunu tutup memleketler, yalçın kaleler fethederek gece gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Cenab-ı Hak hayırlar nasip eylesin. Durumu ve haberleri ademinizden öğrenirsiniz."

Kanuni Sultan Süleyman Han bu mektubuyla üç maksat düşünüyordu: Birincisi kendinden yardım bekleyen kimseyi yardımsız bırakmamak, ikincisi Müslüman-Türk dünyasına bir bütün halinde saldıran Hıristiyan aleminde bir gedik açmak, üçüncüsü Türklere düşmanca davranan Macarlara haddini bildirmek. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman Han, hem Fransız kralını kurtarmak, hem de Macarlara haddini bildirmek için orduya hazırlık emrini verdi. Sultan, Fransa kralına vaadini yerine getirdi.

Kanuni Sultan Süleyman, Türklere karşı daima birleşik hareket eden Avrupayı parçalamak ve Türk hakimiyetini kabul ettirmek için Fransayı yaşatmak ve kalkındırmak gerektiğini görmüş, bu maksatla Fransaya kapitülasyon denen bazı imtiyazlar tanımıştı. Fransa da bu ticari imtiyazlara karşılık, Osmanlı himayesinde bir devlet olmayı kabul ediyor, her yıl muayyen bir vergi ve padişaha belirli hediyeler vermeyi taahhüt ediyordu. Daha sonra Osmanlı donanmasının Fransız sahillerini koruması da kararlaştırılmıştı. Antlaşma gereği olarak 1543 yılında Osmanlı donanması Toulon limanında üslendi. Nice Kalesini fethederek Fransaya teslim etti. Ayrıca İspanya ve İtalya sahillerini de kontrol altına alarak Fransanın istiklalini sağlama aldı. Fransa da, Osmanlı donanmasının bir kısım masraflarını karşılamak üzere Barbarosa 800.000 duka altın ödedi.

Osmanlının Fransayı destekleme siyaseti, Kanuniden sonra da devam etti. Osmanlının garantisi olmasaydı, Fransanın diğer güçlü Avrupa devletleri tarafından yutulması muhakkaktı. Fransa, Osmanlıdan aldığı ticari imtiyazlar ve İngiltere ile yaptığı ticari antlaşmalarla güçlenmeye ve kalkınmaya başladı. Hatta Ondördüncü Louis zamanında Fransa, Avrupanın en kudretli krallıklarından biri oldu. Bu durumda Türk-Fransız münasebetleri yeni bir safhaya girdi. Ondördüncü Louis artık Osmanlıya ihtiyaç duymadığı için Osmanlının düşmanlarına, bu arada Giritte savaşan Venediklilere yardım etti. İki devlet arasında başlayan soğukluk Fransanın 1664te Cezayire tecavüz etmesiyle son haddini buldu. Cezayir saldırıları, Cezayir yeniçeri ağası Şaban Ağa tarafından bertaraf edildi. Fransanın, İstanbuldaki elçisi Laltaye-Ventelek, Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşanın hakaretine maruz kalarak kapitülasyonlar uygulamadan kaldırıldı. Fransız ticareti büyük zararlara uğradı. Ondördüncü Louis, Osmanlı ile antlaşma mecburiyetinde olduğunu anlayınca, İstanbuldan bir Türk elçisi istedi. Divan-ı Hümayun mağrur Fransa kralını tahkir için, dördüncü dereceden bir subay olan Süleyman Ağayı gönderdi. Süleyman Ağa, Fransada muhteşem törenlerle karşılandı.

Bu sırada Kandiyede, Türklerle Fransızlar arasında çarpışmalar devam ediyordu. Neticede 24 Ağustos 1669da Kandiyeden ayrılmak zorunda kaldılar. Bir taraftan da Cezayir leventleri Fransaya karşı 1662 ve 1669da iki sefer yaparak Lyon, Marsilya ve Cöte dAzurü taradılar.

Osmanlıya karşı olmanın zararlarını gören Ondördüncü Louis eski dostluğu kurmaya çalıştı. Gönderdiği elçilere Divan-ı Hümayunda değer verilmedi. Elçilerin gayretleri sonuçsuz kaldı. Buna rağmen Ondördüncü Louis, Türklerle barıştığı ve ittifak yaptığına dair aslı olmayan ilanlar vererek Paris sokaklarında tellallar dolaştırdı. Onun bu tutumu, muhalifleri ve Katolikler tarafından Türklere yaltaklanmak şeklinde değerlendirildi. Fransanın gerek Giritte, gerek Soint Gothardda Osmanlının düşmanları safında gayri resmi olarak savaşması, tepki ile karşılanmış, Türk leventleri Akdeniz sahillerinden başka, Atlas Okyanusu sahillerini de abluka altına almışlardı.

1681 yılında Cezayir donanması bir Fransız filosunu bozarak 29 gemiyi zaptetti. Fransanın Türklere karşı görevlendirdiği Amiral Buquenne bu saldırılara karşı koyamadı. Bu sırada 9 Cezayir gemisinin Sakız Tersanesinde tamir edildiğini haber alan Amiral, Sakız limanını basarak, limandaki gemileri ve şehri bombaladı. Bu tutum karşısında Osmanlı hükumetinin tepkisi sert oldu. Sadrazam Kara Mustafa Paşa, Ondördüncü Louisden şahsen tarziye ve tazminat vermesini istedi. Aksi halde Fransa üzerine sefer açılacağını Fransız elçisine bildirdi. Fransa Kralı büyük bir korkuya kapılarak, Bozoklu Mustafa Paşanın tesbit ettiği 60.000 altın kuruş ve 4.800.000 (yani 960 kese) akça tazminatı ödedi. Ondördüncü Louis, kendisine çok ağır gelen bu harekete karşılık, Osmanlının Avrupa ile yaptığı ve bozgunlarla neticelenen savaşlardan istifade ederek intikam almak istedi. 1689 Temmuzunda 41 parçalık Fransız donanması Cezayire gelerek 16 gün kaleyi top ateşine tutmuşsa da, Mezomorta Hüseyin Paşa, Fransızları çekilmeye mecbur etti. Ancak Fransanın Avrupa harbine katılmasını önlemek isteyen Osmanlı idaresi, tutumunu yumuşatmış, kaldırılan kapitülasyonları tekrar iade ederek, Fransanın Osmanlı politikasında eski yerini almasını sağladı.

On sekizinci yüzyılda Osmanlı, Avrupa politikasında Fransanın durumuna göre kendini ayarladı. Bu arada karşılıklı kültürel temaslar ve antlaşmalar yapıldı. Ancak 2 Temmuz 1798de Napolyonun İskenderiyeyi işgal etmesi ile münasebetler tekrar bozuldu. Napolyon Bonaparte, 19 Mart 1799da Akka Kalesini kuşattı, fakat kale müdafii Cezzar Ahmed Paşa karşısında tutunamayıp 64 gün süren muhasarada askerinin yarısını zayiat vererek geri çekildi. 25 Haziran 1802de Pariste imzalanan bir antlaşma ile Türk-Fransız dostluğu tekrar kurulmaya çalışıldı.

On dokuzuncu yüzyılda Fransız politikası, eski Yunan medeniyetine duyulan sempatinin garip bir tezahürü olarak Rum çetecilerinin desteklenmesi, buna rağmen Osmanlıya dost görünmek şeklinde devam etti. 1870ten sonra Türk-Fransız münasebetleri gittikçe gerilemiş, genellikle istismar emeline dayanan Fransa siyaseti özellikle Sultan İkinci Abdülhamid Han ve Balkan Savaşlarından sonra Türk politikacıları tarafından kınanmış ve Fransa, Almanya, İngiltere hatta Rusyadan sonra değer verilen bir devlet olmuştur. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşına İttihat ve Terakkicilerin hatalı siyaseti ile katılınca, İngiltere veFransa ile savaş durumuna düşmüştü.

Fransa ve İngiltere daha savaşın başında boğazları ve İstanbulu alarak Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak istiyorlardı. Bu maksatla Fransız ve İngiliz gemileri 19 Şubat 1915te Çanakkaleye yüklendiler. Denizde ve karada yapılan müthiş savaşlarla Fransız ve İngilizler, Çanakkalenin geçilemeyeceğini öğrenerek askerlerini geri çektiler. Fakat 1918 yılında Osmanlının da içinde bulunduğu İttifak devletlerinin mağlubiyeti kabul etmesiyle Kasım 1918de Birinci Dünya Savaşı fiilen sona erdi. Osmanlı Devleti ise, 30 Ekim 1918de Mondros Mütarekesini imzalayarak savaşı bıraktı. Fransa, Mondros Mütarekesine dayanarak Güneydoğu Anadoluda Antep, Urfa, Maraş gibi vilayetlerimizi işgal ederek çok ağır cinayetlerde bulundular. Fakat mahalli halkın büyük direnişi karşısında tutunamayıp, çekilmeyi ve Türk hükumeti ile antlaşma yapmayı kabul ettiler. Yeni Türk hükumeti ile 20 Ekim 1921de AnkaraAntlaşmasını yaparak Anadoludan çekildilerse de, bugünkü sınırlarımız içinde kalan Hatay, Fransızların işgali altında kaldı. Türkiye ile Fransa arasında 30 Mayıs 1926da Dostluk Sözleşmesi imzalandı. 30 Haziran 1939da yapılan Türk-Fransız Antlaşması ile Hatayın anavatana ilhakı kabul edildi.

Tarih boyunca Türk-Fransız ittifaklarını Fransızlar daima istismar etti. Türkler her zaman ihanetle karşılaştılar.
Kaynak:www.derenkoray.com.tr/

Yorum Gönder