Ermeni Tarihi Menşei ve Bazı Ermeni İddiaları Üzerine

‘Ermenistan’ / ‘Armenia’ Adı
‘Ermenistan’ adı, tarihte ilk defa, M.Ö. 518 tarihinde Pers Kralı I. Darius (M.Ö. 521-485) tarafından hakkedilen Behistun yazıtında ‘Harminiye, Harminiyap, Armina ve Arminiya’ adıyla geçmektedir.[1] Bu adın, M.Ö. VI. yüzyıl sonlarında İranlılar tarafından verildiği ve Ermenistan denilen bölgenin, Persler’in Doğu Anadolu’daki satraplıklarından (valiliklerinden) biri olduğu anlaşılmaktadır.[2] M.Ö. 188 tarihinde kurulan Artaksias Krallığı zamanında, Ârâmice “Yukarı / Yüksek / Dağlık Bölge”[3] anlamına gelen ‘Ermenistan / Armenia’ adı, Muş ve Ahlat bölgeleri için kullanılan coğrafî bir terimdi.[4] Bu coğrafî ad, sonraları Romalılar tarafın-dan orta ve yukarı Murat suyu ile Kür ve Aras nehirleri boyları için de kullanılmış, bilâhare Avrupalılar tarafından benimsenmiştir.
Kendilerine ‘Hay’ diyen ve ‘Hayk / Haik’ adlı bir atadan türedikleri efsanesini yaşatan, Türkler ile bütün yabancıların “Ermeni” dedikleri toplumla Ermenistan/Armenia adının bir ilgisi bulunmamaktadır. Asur, Med, Pers, Part yazıtları ile Ksenophon’un Anabasis’i ve Stra-bon’un Coğrafyası’nda “Hay” ve “Hayastan”dan bahsedilmemektedir.[5] Ermeni sempatizanı Profesör Jean Laurent, bir makalesinde Ermenistan ile ilgili olarak: “...Gerçekten, yazılı tarihin başlangıcından beri bu şekilde sınırlanan ülke bir devlet değil, bir coğrafya terimidir. Şüphesiz, Ermeniler’in bu bölgede yaşadıkları olmuştur...Fakat bu bölgeye, sırf Ermenistan adını taşıdığı için, ne Ermeniler’in mukadderatı, ne de Ermenistan Devleti adını taşıyan bir devletin varlığı kesinlikle bağlanamaz.”[6] demektedir.
Kafkas tarihi üzerine yaptığı araştırmalar ile tanınmış olan M. Fahrettin Kırzıoğlu[7] da, gerek “Reşideddin-Oğuznâmesi”nde, gerekse “Kitab-ı Dede-Korkut” ile “Topkapı Sarayı-Oğuznâmesi” ve “Bahrü’l-Ensâb”da, ‘Ermeni ve Ermeniyye / Ermen / Ermenistan ile Hay / Hayk’ adlarının bulunmadığına dikkati çekmekte, Ermeniler’in hiçbir zaman ‘Armen / Armenya, Ermen’ gibi coğrafya ve ‘Armeniyan / Ermeni’ kavim adını, asla bilmediklerini ve kullanmadıklarını, hep ‘Torkomyan (Türkman), Torkomaçi, Askenaz’ gibi ‘Türkmen / Türkman’, ‘Saka’ (İskit) ve bazan ‘Hay, Haykazan / Kaykaniyan’ adlarını benimsediklerini ifade etmektedir.
‘Ermenistan / Armenia’ coğrafya adını ve yabancıların kendilerine verdikleri Armen / Ermeni adını hiçbir zaman benimseyip kullanmayan Ermeniler, oturdukları yerlere Hayastan (Hay-istan=Ermeni Ülkesi) adını vermişlerdir.[8] Profesör A. Khaçaduryan, 1933 yılında Erivan’da neşrettiği “Ermenistan’ın Çivi Yazısı Devrinin Muhakemeli Tarihi” adlı Ermenice eserinin sonundaki haritada, Hayasa bölgesini 41–45. boylam dereceleri arasında yâni Erzurum’-un batısından Erivan’ın doğusuna kadar uzanan yerlerde göstermiş ve Hitit kitabelerinde geçen Hayasa’yı Ermenistan olarak tarif etmiştir.[9] N. Adontz, C. A. Burney ve D. M. Lang da, VIII. yüzyıldan beri Ermenice metinlerde geçen Hayastan adı ile Hitit metinlerindeki Haya-sa’yı birleştirerek, “Hay” adına dayanarak Hayasalılar’ın Ermeniler’in ataları olduklarını ileri sürmüşlerdir.[10]
Ermeniler yaşadıklarını iddia ettikleri toprakları iki kısma ayırıyorlardı: Büyük Erme-nistan (Asıl Ermenistan) ve Küçük Ermenistan. Büyük Ermenistan, Batı’da Fırat nehrinden Doğu’da Kür (Kura) nehrine kadar çiziliyordu ve 15 vilâyete bölünmüştü.[11] Kızılırmak men-bâlarına kadar genişleyen Küçük Ermenistan ise 3 vilâyete ayrılmıştı. Asıl Ermenistan’ın orta-dan kaldırılmasından sonra teşekkül eden ve Ermenilik ile ilgilenen ilim adamlarının Küçük Ermenistan veya Kilikya Ermeni Krallığı adıyla belirttikleri prensliğin toprakları Kilikya[12] da, sahil ve dağlık olmak üzere iki kısımdı.[13]
M.S. VI. yüzyılda, 536’dan sonra Bizanslılar ele geçirdikleri Ermenistan/Armenia böl-gelerini 4’e ayırdılar: Merkezi Theodosiopolis (Garin=Erzurum) olan ve Kars ilinin batısında bulunan Çoruh bölgesinin başşehri Baeberdon/Payper/Baberd (Bayburt) ile Trabzon, Cérasonte (Giresun), Yeşilırmak boyunda Satala, Nikopolis bölgeleri Armenia Prima, I. Armenia’yı teşkil ediyordu. Sebesteia (Sivas) bölgesi II. Armenia’yı, Melitene (Malatya) çevresi III. Armenia’yı, Tunceli-Diyarbakır bölgeleri de IV. Armenia’yı ihtiva etmekte idi.[14]
Araplar ise Ermenistan/Ermeniye adını, Kür (Kura) nehri ile Hazar Denizi arasındaki sahaya yâni Curzân (Gürcistan=İberya), Arrân (Albanya) ve Derbend (Bâb al-Abvâb=Demir Kapı) boyuna kadar uzayan Kafkasya’nın dağlık kısmına teşmil ettiler.[15] Araplar da bölgeyi “Armenia I-IV” tarzında tamamen farklı tasnif etmişlerdi: I. Ermeniye: Arrân (Albanya), Şirvan, Beylekan ve Berdea ile Hazar Denizi’ne kadar uzanan yerler; II. Ermeniye: Curzân (Gürcistan=İberya); III. Ermeniye: Dvin, Vaspurakan, Şırag (Şüregil), Bagrevan (Bagre-vand=Eleşgert bölgesi) ve Nahçivan gibi Kür-Aras ve Van arasındaki yerler; IV. Ermeniye: Şimşad (Murad boyunda Palu bölgesinde), Kalikala (Erzurum), Khılât (Ahlât), Arceş (Erciş) ve Bucunays (Apahunik) gibi batıdaki bölümleri ihtiva eden yerler anlaşılmakta idi.[16]
Sınırları esneklik gösteren ve yüzyıllar boyunca birçok devletin işgal ve istilâsına uğramış bir geçit ve çarpışma sahası olan bu bölgelerde hiçbir zaman devamlı, mütecanis ve millî bir Ermenistan devleti mevcut olmamıştır. Küçük küçük prenslikler, civardaki büyük devletlere tâbi olarak, muayyen bölgelere hükmetmişlerdir. Ermeniler için vatan prenslikleri olmuştur. Vatanseverlikleri de bu sebeple mahallî niteliktedir. Ermeniler’i bir arada yaşatan unsur, bir milleti belirtmek için tek başına asla yeterli olmayan ananeler, dil ve din olmuştur.[17] Ermenistan, siyasî bağımsızlık olarak, sadece kişisel hürriyet fikrini tanımıştır.[18]
XII. yüzyıldan itibaren, Ermenistan/Armenia adına, XIX. yüzyıl ikinci yarısına kadar atlaslarda tesadüf edilmeyecektir. Ermenistan coğrafya adı, XIII. yüzyıldan itibaren yerini “Turkomania=Türkmen Ülkesi”ne bırakacaktır.[19]
Ünlü Alman coğrafya ve haritacısı Heinrich Kiepert (1818–1899)’in Berlin’de basılmış olan “Grosser Handatlas” adlı büyük atlasında Ermenistan gösterilmemiştir.[20] Berlin’de yayınlanan Neu Deutsch Allgemeine Zeitung gazetesinin 16 Kasım 1890 tarihli nüshasında “Ermeni Meselesi” başlıklı bir makalede de, “...Binâenaleyh Ermenistan isminin tarihçe hiçbir ehemmiyeti olmadığı gibi, coğrafya nazarında bu isim o kadar vâsidir ki, Ermenistan’ın hu-dudunu ta’yîn etmek için Mösyö Kiepert bile çok müşkilât çekecektir...” denilmektedir.[21] 1890 yılında Leipzig’de basılmış olan Allgemeiner Handatlas adındaki büyük atlasta ise ‘Armenie’ adı yazılıdır.[22] Anlaşılacağı gibi Ermenistan coğrafya adı, Rusya ve İngiltere’nin gayretleriyle 1878 Berlin Antlaşması ile sunî olarak ortaya çıkarılan ‘Ermeni Meselesi’nden sonra siyasî bir anlayışla atlaslara geçmeye başlamıştır.
1. Ermeniler’in Menşei Üzerine
Ermeniler’in menşei ve Ermeni tarihinin başlangıcı kesin bir karara bağlanamamış, muhtelif rivâyet ve mitolojik bir takım hikâyelerden ibaret kalmıştır. Ermeni tarihçilerinin bir kısmı ve kilise, Ermeniler’in menşeini Hazret-i Nuh’un oğlu Yafes’e bağlarlar. Ermeni tarihini, Babil Kulesi’nin yıkılışı ile başlatarak ilk atalarının, Hazret-i Nuh’un torununun torunu olan “Hayk” adında efsanevî bir şahsiyet olduğunu kabul ve iddia ederler. Ünlü Fransız arkeologu Jacques de Morgan,[23] Ermeni tarihçilerinin milletlerinin aslını Kitâb-ı Mukaddes an’anelerine bağlamak için büyük gayret sarfettiklerini, Hayk neslini bunlara yaklaştırmak maksadıyla eski rivâyet ve an’aneleri tahrip ettiklerini belirtmektedir.
Ermeni kilisesi ile bazı Ermeni ekolü ve eski SSCB ilim adamlarının Ermenileri, Jafetik (Ön-Asya yerlisi; Yafesî) gruba ait Kafkasya menşeli bir toplum olarak göstermeleri boşuna değildir. Bu tez, Kafkas dilleri ve özellikle eski Ermenice ve eski Gürcüce uzmanı Sovyet dilbilimcisi Nicolai Marr (1864–1934) tarafından tesis ve temsil edilen Rus Mektebi’nin kabul ettiği ve şiddetle savunduğu bir tezdir. Yâni, Türkiye’ye mücâvir olan bölgede, Ermeniler’e menşe ve anavatan arayan görüşlerin tezidir. Bilindiği gibi, Jafetik (Yafesî) tâbiri, Yafes adından gelmektedir. Yafes ise, Hazret-i Nuh’un oğludur ve vatanı da Mezopotamya’dır. Jafetik tez (Marr’ın Mektebi), Ermenilerin menşeini Mezopotamya-Kafkasya coğrafî ve arkeolojik temeli üzerine inşa etmektedir. Başka bir ifadeyle, Nuh’un gemisinin oturduğu iddia edilen Ağrı dağı ve çevresi Ermenilerin anavatanı olarak gösterilmekte, Ermeniler’in de Nuh’un torununun torunu Hayk’tan türediklerine ve Ağrı dağından çevreye yayıldıklarına inanılmaktadır.
Tarihî kayıtlara göre Ermeniler’in menşei hakkındaki rivâyet, Herodotos (M.Ö. 484-425 ?)’un Ermeniler’in Frigyalılar’dan bir zümre olduğu kaydı ile Eudoksos’un (M.Ö. 370) Ermeni dilinin Frig lehçesine benzediği iddiasına dayanmaktadır.[24] Herodotos’un yazdıklarını destekleyen ve Ermeniler’in milâttan önce Balkanlar’dan Anadolu’ya geçip eski Frigya yâni Orta Anadolu’ya yerleştiklerini, bilâhare M.Ö. VII. yüzyıl ortalarında Doğu Anadolu’da Urartu bölgesine göç ettiklerini kabul eden tarihçiler vardır.[25] Son yarım yüzyılda Anadolu’nun ırkî durumunu inceleyen antropologlar da Ermeniler’i, doğuş yeri Balkanlar olan Dinarik ırkın doğudaki bileşkesi olarak dikkate almaktadırlar.[26]
Diğer taraftan, kendilerine türlü türlü menşe arayan ve Ermeniler’i Urartuların torunları olarak gösteren Ermeni tarihçileri de vardır. Bunlardan çivi yazısı üzerinde çalışmalarıyla tanınan Joseph Sandalgian, lisanî deliller ileri sürerek, Ermeniler’i Urartuların torunları saymağa ve efsanevî ataları Hayk ile Urartu isimlerini birleştirmeye gayret etmiştir.[27] Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan Barışı (1923)’na kadar geçen sürede, siyasî amaçlar güden Ermeni neşriyatında da aynı tez ileri sürülmüştür. Eski Sovyetler Birliği’nde Büyük Ermeni Lûgati’ni neşreden Ermeni dili uzmanı Acaryan; Ermeniler’in Doğu Anadolu’daki bazı şehir ve dağ adlarının Ermenice olduğu iddialarına karşı, ‘Ararat, Van, Daron (Muş), Garin (Erzurum), Masis (Ararat)...’ gibi kelimelerin Ermenice ile kat’iyyen tefsir olunamayacağını ve Urartu dilinden kaldığını, Horenli Movses’in anlattığı efsanevî krallardan “Aram, Mavanez gibi hâs isimlerin Khald(Urartulu)ların Arame, Menuas gibi kral isimlerinden” geldiğini, ‘ayk, Armenak, Amasya, Harma, Ara, Gartos’ adlarının ise menşei meçhul ve “hiç şüphesiz Ermenice de değillerdir. Ermenice olarak bir mânâ ifade etmezler” diye mâhiyetini belirtmektedir.[28] Son zamanlarda yapılan araştırmalarda da, Urartu dili ile Ermenice’nin hiçbir alâka ve münasebetinin bulunmadığını ortaya konulmuştur.[29]
Yukarıda yazılanların ışığında, günümüzde bile menşeleri hakkında Ermeniler arasın-da muhtelif ve birbirini tutmayan fikirlerin münakaşasının yapıldığı bir gerçektir.
Netice olarak, ‘Ermenistan / Armenia’ denilen bölgenin coğrafî bir terim olduğu, Ermeni adına bağlı olarak ırkî bir ismi ifade etmediği ve Ermenistan sınırlarının siyasî çıkarlar paralelinde esneklik gösterdiği anlaşılmış olmaktadır. Diğer taraftan, Ermeniler’in menşeinin de kesin bir sonuca bağlanamadığı anlaşılmaktadır. Ancak, tarih boyunca bulundukları yerlerde civardaki devletlere tâbî olarak yaşamış olan Ermeniler’in menşelerinin, Balkan yarımadası olduğu yolundaki tarihî kayıtlara da uygun düşen görüşler ağırlık kazanmaktadır.
3. Bazı Ermeni İddiaları Üzerine
Bilindiği gibi, Anadolu toprakları üzerinde en mühim rolü Türkler oynamışlardır. Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilerek Türk yurdu haline gelmesi, Avrupalılara her zaman, kavranamayacak, kabul edilemeyecek ve biraz da hazmedilemeyecek bir durum olarak gözükmüştür.[30] Yazılan ve yazdırılan propaganda mahiyetindeki Ermeni tarihlerinde ileri sürülen iddiaların aksine,[31] Selçuklu Türkleri, Doğu Anadolu’yu Ermenilerden değil, Bizanslılardan fethetmişler, kendilerini katliâma ve sürgüne tâbi tutanlar da Bizanslılar olmuştur. Daha 1064 tarihinde Ermeni Kars Bagratlı Prensi Gagik-Abbas (Abas), prensliğini Bizans İmparatoru X. Konstantin Dukas’a devretmiş ve karşılığında Kayseri-Niğde bölgesinde Zamantı şehrini almıştı. Vaspurakan Prensi Senekerim 1021 tarihinde ve Ani Prensi II. Gagik-Haçik de 1045 yılında topraklarını İmparator Konstantin Monamak’a hediye etmişlerdi.[32] XII. yüzyılda yaşamış olan ve en büyük Ermeni müverrihi sayılan Urfalı Mateos (Matthieu d’Edesse), Vekayi-name’sinde Ermenistan’ın Bizans’a devredilmesinden yakınarak şöyle bahsetmektedir:
“İşte Ermeni milleti bu suretle esaret altına alındı. Memleket kâmilen kanla kaplandı ve bir ucun-dan öbür ucuna kadar çalkanan bir kan deryası haline geldi... Ermeni milletinin Grek milletinin yüzünden çektiği ıstırapları kim birer birer tasvir edebilecektir? Çünkü Grekler, Ermeni milletinin kumandanlarını kendi ev ve eyâletlerinden çıkarıp götürmüşler ve Ermenistan’ın krallık tahtını devirmişlerdi... Ermenistan, Greklerin elinden (Türkler tarafından) alındıktan sonra Ermeniler, Romalıların bütün fenalıklarından kurtulmuş oldular... Fakat onlar (Bizanslılar), bundan sonra da... Ermeni mezhebinin tetkiki ile uğraştılar ve Allah’ın Kilisesi’nin içinde kargaşalık çıkardılar... Onlar bu gayretleri ile bütün Ermeni prens ve kumandanlarını Şarktan çıkarıp kendi memleketlerinde ikamet etmeye mecbur ettiler.”[33]
Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması için ileri sürülen tarihî ve coğrafî delilleri çürütmüş olan ve Ermeniler’in milliyetler prensibine de dayanamayacaklarını belirten Jean Laurent, dikkat çekici şu ifadeleri kullanmaktadır:[34] “Asırlardır Ermeniler, Rum (Roma) İmparatorluğu’na kitle halinde göçüyorlardı. Çünkü, Ermeniler, mizaç itibariyle, diyar diyar dolaşmak hevesi taşımaktaydılar...Ermeni maceracıları, kendilerine bol para veren ve servet sağlayan devletin hizmetine girerlerdi. Bu devlet, onların istedikleri gibi soygun yapmaları ve katliâma girişmelerine izin verdiği sürece sadakatlarına güvenebilirdi. Hıristiyan oldukları için, herhangi bir hayır işleyerek, katliâm ve soygunlarını (Tanrı’ya) affettirirler, vicdanları rahata kavuşurdu.”
Urfalı Mateos’un dediği gibi, Türkler Anadolu’yu Bizans’tan aldıktan sonra Ermeniler gerçekten kurtulmuşlardı. Türkler’in, İslâm’ın gereği dinî müsamahalarındandır ki, Ermeniler dinlerini koruyabilmişlerdir. Bu sebeple onlar, Türkler’in Anadolu fethinde Müslümanlar’a yardım etmişler ve 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans ordusunu terkeden ilk kuvvet olmuşlardı. İşte bundan dolayıdır ki, o devir Hıristiyan yazarları, Ermeniler’i Hıristiyanlığa ihânetle itham etmişlerdir. Ermeniler, Malazgirt Zaferi’nden sonra da Türk idaresi, adâleti ve inanç hürriyetinden yeterince istifade etmişlerdir.[35] Bugün İstanbul’da Ermeni Patrikhânesi ile bir Ermeni cemâatinin varlığı da bunu göstermektedir.
Ermeniler, Bizans İmparatorluğu’nda mühim bir rol oynamışlar, devlet yönetiminde ve diplomasi alanında en yüksek mevkilere ulaşmışlar, hatta imparator dahi çıkarmışlardır.[36] Ancak ona devamlı olarak ihanet etmişler, imparatorun sadık teb’ası olamamışlardır. Bu sebeple, Ermenilerin kendilerini “Bizans’ın vârisi”[37] ilân etmeleri de anlamsızdır. Bizans’ın varisi olmaktan uzak olan Ermeniler, Doğu Hıristiyan İmparatorluğu içinde sindirilememiş, hatta yıkıcı olan bir yabancı unsur olarak kalmışlardır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan (29 Mayıs 1453) sonra kendisini Roma İmparatorluğu’nun yegâne meşru vârisi saymıştı. Fatih Sultan Mehmet’in fetihten önce, Edirne sarayında topladığı yüksek bir mecliste verdiği tarihî ve uzun bir nutukta söylediği gibi,[38] Türkler tarihî vazifelerini yerine getirip, atalarına hayırlı halef olduklarını meydana koyarak, daha o tarihlerde, Bizans’ın vârisi olmayı hak edeceklerdi.
Ermeniler Bizans’daki rollerini Osmanlı İmparatorluğu’nda da muhafaza etmişlerdir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Bursa’daki Ermeni Başpiskoposu Hovagim’i 1461 yılında İstanbul’a yerleştirerek bir fermanla, bütün Ermenilerin Patriği yapmış, böylece Ermenilere hürriyet sağlayan idarî ve dinî imtiyazlar vermiştir.[39] Aslında Ermenilerin, Bizans’ın zulmünden korunmaları için Anadolu’da ayrı bir cemaat olarak örgütlenmelerine müsaade eden ilk Osmanlı Padişahı Orhan (1326–1362) olmuştur. 1326 tarihinde Bursa’yı alarak başkent yapan Orhan Bey, Kütahya’daki ilk Ermeni ruhanî merkezini de buraya naklettirmiştir. Mezhep yönünden birlik gösterememeleri sebebiyle, millî harslarını koruyamamış, Türkleşmiş, hattâ dil olarak bile Türkçe’yi benimsemiş bir topluluk olan Ermeniler,[40] XIX. yüzyıl başlarında ‘Millet-i Sâdıka’ adıyla adlandırılıyorlardı. 1856 Islahat Fermanı’ndan sonra valilik, genel müfettişlik, elçilik, hatta bakanlık mevkilerine bile getirilmeye başlanmışlardı.[41]
Osmanlı İmparatorluğu’nun sadık bir tebaası olan Ermeniler’in birden bire asî bir duruma gelmeleri ve belli bir dönem içerisinde bu durumlarını ısrarla sürdürmeleri tarihçiyi ve siyaset adamlarını düşündürmelidir. Çünkü, Rusya’nın ve İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki diğer toplumları ayaklandırdığı sırada milletlerarası ilişkiler yönünden bir Ermeni Meselesi mevcut değildi. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Polonyalı seyyah Mikoşa,[42] Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler’in durumlarını şöyle tasvir ediyordu:
“Ermeniler’e, Türkler tarafından, herhangi bir milletten daha çok saygı gösterilmektedir. Onlar, Rumlardan daha geniş bir din hürriyetine maliktirler.”
Mikoşa, Ermeniler’in eski âdetlerini tamamıyla unutmuş olduklarını izah ettikten sonra devam ediyor:
“Geçmişte kendilerinin ne oldukları üzerinde kat’iyyen düşünmüyorlar...Fikir bakımından bir ihtilâl plânını kavrayabilecek kabiliyette değillerdir...Hatta Osmanlı Devleti’nin çökeceği günün yaklaşmakta olduğu kendilerine söylendiği zaman bundan memnun olmadıkları bile görünmektedir.”
Mikoşa’nın bu kanaatini paylaşan bir Ermeni ileri geleni olan Mıgırdiç Dadyan da, 1867 yılında kaleme aldığı bir inceleme yazısında Osmanlı rejimine teşekkür etmekte idi. O, yazısında, Osmanlı Ermenileri’nin tam bir hürriyet içinde, sosyal kalkınmalarını Türkler tarafından engellenmeden dinî kurumlarını nasıl geliştirdiklerini şüpheye yer bırakmayan bir şekilde göstermektedir.[43] Öyle ise Ermenilerin yüzyıllar boyunca Türklerden zulüm gördükleri, ezildikleri ve himayesiz bırakıldıkları yolundaki iddiaların tarihî gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu iddiaların belgelendirilmemiş oldukları ve zaten belgelendirilmelerine de imkân olmadığı için propaganda mahsulü iftira ve isnatlar olarak kabul edilmelerinden başka yapılacak bir şey yoktur.
[1] René Grousset, Histoire de l’Arménie, des Origines à 1071, II. Baskı, (Paris: Payot, 1973), s. 74; İnayetullah Cemal Özkaya, Le Peuple Arménien et les Tentatives de Reduire le peuple Turc en Servitude, (İstanbul: Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Yayınları, 1971), s. 10; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, (Anka-ra 1950), s. 101.   
[2]  Frédéric Macler, La Nation Arménienne, Son Passé, Ses Mmalheurs, (Paris: Fischbacher, 1923), s. 19; Şemseddin Günaltay, Yakın Şark IV - I. Bölüm, Perslerden Romalılara Kadar Selevkoslar, Nebatiler, Galatlar, Bitinya ve Bergama Kırallıkları, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1951), s. 15.
[3]  V. De Saint Martin, Mémoires Historique et Géogrophiques Sur l’Arménie, (Paris 1818), aktaran M. Fahrettin Kırzıoğlu, Dede-Korkut Oğuznâmeleri, I. Kitap, (İstanbul: 1952), s. 17.
[4]  M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Armenya/Yukarı-Eller’de 2700 Yıllık Türk Varlığı, Ermeniler’in Rus İstilâsına Âlet Olması ve Mezâlimi,” Atatürk Üniversitesi Kuruluşu’nun XX. Yıl Armağanı, C: II, No. 4, (Ankara: A.Ü.Y., 1978), s. 48.
[5]  Eski Sovyet dilbilimcisi Nicolai Marr’a göre, Ermeni kilisesinin Ortodoks kilisesinden ayrılmasına kadar, Ermeniler’in millî bir isimleri yoktu. Bkz., Uras, a.g.e., s. 97.
[6]  Jean Laurent, “Les Origines Mediévales de la Question Arménienne,” Revue des Etudes Arméniennes, Tome I, Fascicule I, (Paris: 1920), s. 2, zikreden Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, 1919-1922, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1975), s. 87.
[7]  “Dede-Korkut Oğuznâmelerine Göre: Kars’ın Anı (Arpaçayı boyu) ve Kağızman Kesimindeki Kamsara-kan / Kalbaş Hanedanı,” VII. Türk Tarih Kongresi, I. Cilt, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1972), s. 225 not 62; Ayrıca bkz., M. Eugéne Boné, L’Arménie, (Paris: 1839), s. 3.
[8]  M. Streck, “Ermeniye,” İslâm Ansiklopedisi, IV. Cilt, (İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı, 1964), s. 322 b; Uras, a.g.e., s. 101-106; David Marshall Lang, Armenia, Cradle of Civilisation, (London: 1980), s. 114.
[9]  Esat Uras, a.g.e., s. 104.
[10]  Bkz., N. Adontz, Histoire d’Arménie: Les Origines (du X au VI s.av.J.C.), (Paris 1946), s. 27-34; C. A. Burney-D. M. Lang, The Peoples of the Hills: Ancient Ararat and Caucasus, (Londra: Weidenfeld and Nicolson, 1971), s. 179;  Lang, a.g.e., s. 114.
[11]  Jean Laurent, L’Arménie Entre Byzance et l’Islam Depuis la Conquête Arabe Jusqu’en 886, II. Baskı, (Lizbon: 1980), s. 41-44; Uras, a.g.e., s. 18-21.
[12]  Kilikya, Toros dağları, Amanos dağları ve Akdeniz arasında kalan bölgedir. 1852 ve 1853 yıllarında güney Anadolu’da inceleme gezisi yaparak, gördüklerini yıllar sonra bastıran V. Langlois, “Tarsus çayı ile Seyhan nehrinin teşkil ettiği deltada pekçok manda beslendiğinden, mandanın adı olan Kilik bu bölgeye ad olarak verilmiştir.” demektedir. Bkz., V. Langlois, Eski Kilikya, (Mersin: 1947), s. 5; Herodotos ise, Fenikeli Agenor’un oğlu Kiliks’in adının bölgeye alem olduğunu yazmaktadır. Bkz., Herodot Tarihi, çev., Ö. Rıza Doğrul, II. Cilt, (İstanbul: 1943), s. 187. 
[13]  Kilikya’da kurulan Ermeni prensliği ve bu prensliğin Türkler’le olan ilişkileri hkn. bkz., Erdal İlter, İçel’de Ermeni Faaliyetleri, (Ankara: 1974), s. 19-89; Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu - Ermeni İlişkileri, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1983), s. 20-40; Mim Kemal Öke, “Hukuk-Tarih-Siyaset Üçgeninde Kilikya Ermeni Krallığı Polemiği,” Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 46, Şubat 1987, s. 115-128; Mehmet Ersan, “Kilikya Ermeni Krallığı’nın Türkiye Selçukluları’na Tâbiyeti Meselesi,” Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, (İzmir: 1999), s. 301-315; Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kilikya Ermeni Baronluğu Tarihi, (Ankara: 1990). 
[14]  Laurent, a.g.e., s. 40; Grousset, a.g.e., s. 239.
[15]  Streck, a.g.m., s. 322 b; Uras, a.g.e., ss. 16–21.
[16]  Laurent, a.g.e., ss. 44-45; Streck, a.g.m., s. 323 a.
[17] Laurent, a.g.e., s. 175.
[18]  Kevork Aslan, Etudes Historiques Sur Le Peuple Arménien, (Paris: 1909), s. 165.
[19] Geniş bilgi için bkz., Tuncer Baykara, “Doğu Anadolu=Türkmenia (Türkmen Ülkesi),” Atsız Armağanı, (İstanbul: 1976), s. 61-66.
[20]  Ahmet Hulki Saral, Ermeni Meselesi, (Ankara: 1970), s. 11.
[21]  Abdurrahman Küçük, “Ermeni Meselesi,” Türk Kültürü, Sayı: 234 (1982), s. 734.
[22]  Saral, Ermeni...,  s. 11.
[23]  Histoire De Peuple Arménien, (Paris: 1919), s. 128.
[24]  Grousset, a.g.e., s. 68-69; Şemseddin Günaltay, Yakın Şark - II. Bölüm, Romalılar Zamanında Kapadokya, Pont ve Artaksiad Kırallıkları, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1951), s. 561.
[25]  J. De Morgan, Essai sur les Nationalités, (Paris: 1917), s. 52-55; Adontz, a.g.e., s. 179, 206; René Grousset, a.g.e., s. 66-69; René Grousset, s. 61’de Frigya’dan M.Ö. 675’de Tunceli bölgesine göçen “Armeo-Frigler’in, Batıdan gelen ilk Ermeni kolunu teşkil ettiğini belirtmektedir. 
[26]  Metin Özbek, İnsan ve Irk, (İstanbul: 1979), s. 155.
[27]  Joseph Sandalgian, Histoire Documentaire de l’Arménie des Âges du Paganisme (1410 Av.-305 APR. J.-C.), I. Cilt, (Roma: 1917), s. 37-92, 306, 317, 342, 372-384.
[28]  Uras, a.g.e., s. 95-96. 
[29]  Hâmit Zübeyir Koşay, Erzurum ve Çevresinin Dip Tarihi, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1984), s. 25; Afif Erzen, Eastern Anatolia and Urartians, II. Baskı, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1984), s. 75.
[30]  Claude Cahen, Pre-Ottoman Turkey, (New York 1968), Türkçesi: Yıldız Moran, Osmanlılar’dan Önce Ana-dolu’da Türkler, (İstanbul: 1979), s. 79.
[31]  Msl. bkz., Yves Ternon, Les Arméniens: Histoire d’un Génocide, (Paris: 1977).
[32]  Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, Türkçeye çev., Hrant D. Andreasyan, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1962), s. 122; Grousset, a.g.e., s. 615-617. 
[33]  Urfalı Mateos, a.g.e., s. 111-112, 122.
[34]  “Les Origines Mediévales de la Question Arménienne,” s. 37-46, nakleden Akyüz, a.g.e., s. 88.
[35]  Türk hükümdarlarının Ermeniler’e iyi davrandıklarını belirten Ermeni müverrihlerinin sözleri dikkate değer. Urfalı Mateos, Selçuklu Sultanı Melikşah hakkında: “Melikşah, hâkimiyeti boyunca Allah’ın yardımına mazhar oldu. O, bütün ülkeleri fethetti ve Ermenistan’ı sulh ve asayişe kavuşturdu.” demektedir (Urfalı Mateos, a.g.e., s. 146). Asırlar sonra, Türkiye Ermenileri eski Patriği Şinork Kalustyan da : “Türkler’in asırlar boyu Ermeniler’in dinî ve kültürel gelişmesini sağladığını” ifade etmektedir. Bkz., Türk Ermenileri’nden Gerçekler, (İstanbul: Jamanak Yayını, 1980), s. 28.
[36]  M. V. Levçenko, Bizans, Türkçesi: Erdoğan Berktay, (İstanbul: 1979), s. 233; Georg Ostrogorsky, Geschichte des Byzantinischen Staates, (Münih: 1963), Türkçesi: Fikret Işıltan, Bizans Devleti Tarihi, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1981), s. 134.
[37]  Hrant Pasdermadjian, Histoire de l’Arménie (depuis les origines jusqu’au traité de Lausanne), (Paris: 1964), s. 180-192.
[38]  Fatih’in bu nutku için bkz., Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmed Hân-i Sâni, Karolidi tercümesi, (İstanbul: 1328), s. 24-37.
[39]  Aspirations et Agissement Révolutionnaires des Comités Arméniens, Avant et Aprés la Proclamation de la Constitution Ottomana, (İstanbul: 1917), s. 7; Rh. Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, 1453–1953, (İstanbul 1953), s. 8.
[40]  Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’sirleri,” Edebiyat Araştırmaları, (Anka-ra: Türk Tarih Kurumu, 1966), s. 239–269.
[41]  Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi: Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (1876–1907), VIII. Cilt, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1962), s. 126–127; Enver Ziya Karal, Question Armenian, 1878–1923, (Ankara 1975), s. 7; Stanford J. Shaw and Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Vol. II: Reform, Revolution and Republic: The Rise of Modern Turkey, 1808–1975, (Londra: Cambridge University Press, 1977), s. 200.
[42]  Mikascha, II, (Leipzig 1793), s. 171, aktaran N. Jorga, Geschichte des Osmanischen Reiches, V, Türkçe Tercümesi: B. Sıtkı Baykal, Osmanlı Tarihi, Cilt V, 1774–1912, (Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1948), s. 616.
[43]  Bkz., Revue des deux Mondes, Haziran 1867, s. 903-928, aktaran Edgar Granville, “La Tsarisme en Asie Mineure”, Revue Politique Internationale, 1917, Türkçe Tercümesi: Orhan Arıman, Çarlık Rusyası’nın Türkiye’deki Oyunları, (Ankara: Yarın Yayınları, 1967), s. 26-27; Ayrıca bkz., Kâmuran Gürün, The Armenian File: The Myth of Innocence Exposed, (Londra: 1985), s. 59-61; Erdal İlter, Armenian Church and Terrorism, (Ankara: KÖKSAV, 1999), s. 27-34. 
Erdal İLTER*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 6, Yaz 2002

Yorum Gönder