Memlûkler

Memlûkler
1250-1517 yılları arasında Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet. Memlûk, Arabçabir kelime olup köle demektir. Bu yüzden Memlûkler Devleti’ne Kölemenler de denilmektedir.

Eyyûbîler, gayr-i müslim Kıpçak Türkleri üzerine yapılan seferlerde elde edilen eğitim ve terbiyeye müsait köleleri, küçük yaşta satın alıp, sıkı bir eğitimle yetiştirirlerdi, ilim, san’at ve idâri alanda yetiştirilen bu seçkin zevat, daha sonraları devletin ileri kademelerinde vazifelendirilirlerdi. Başlangıçta hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı olan bu köleler, üstün meziyetleri ile kendilerini gösterirler ve sahipleri tarafından âzâd edilirlerdi. Durum ve kabiliyetlerine göre devletin idarî kademelerinde ve sultânın yakın hizmetle rinde yükselirlerdi. Bunların eğitimi için iki kışla te’sis edilmişti. Kışlalardan biri Eyyûbî sultânı Melik Salih Necmeddîn tarafından Kâhire’de, Nil nehri üzerinde bulunan Ravda adasında kurulmuş idi. Burada, Kıpçak Türklerinden olan Memlûkler eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu içinMemâlîk-i Bahriyye (deniz köleleri) veya Memâlîk-i Türkiyye adı ile anılırlardı, ikinci kışla ise, Melik Mensur Klâvun tarafından yine Kâhire’de Kal’at-ül-cebel denilen kalenin burçlarında kurulmuş idi. Burada eğitim görenler, Memâlik-i Burciyye (Burç köleleri) adı ile anılırlardı. Bunlar daha çok Kafkaslar’dan getirilen çerkez köleler oldukları için Memâlik-i Çerâkize diye de anılırlardı. Memlûkler Devleti’ni ilk önce Bahrî Memlûkleri kurmuş, daha sonra da Burcî Memlûkleri idareyi ele geçirmişlerdir.

Bahrî Memlûkleri: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkleri, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî hanedanının zayıf bir ânını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî sultânı Turah Şah, Bahrî Memlûklerine karşı tavır alması üzerine 1249 yılında öldürüldü. Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Salih’in dul karısı Şecer-üd-dürr sultan ve Memlûklerden Muizzüddîn Aybekordu komutanı tâyin edildi. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd-dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona devretti. Fakat Suriye’deki emirler îtirâz ettiler. Bunun üzerine Eyyûbî ailesinden altı yaşındaki Muzaffereddîn Eşref, Aybek’le ortak sultan îlân edildi. Memlûkler, 1254 yılına kadar Muzaffereddîn Eşref bahanesi ile diğer Eyyûbî şubelerini de kendilerine tâbi hâle getirdiler.

Melik Eşrefi azlederek müstakil ilk Memlûk sultânı olarak tahta geçen Aybek, Memlûkler arasında dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmasına rağmen, Bahrî memlûklerinden olmadığı gibi büyük emirlerden de değildi. Tahtı ele geçirmesi bâzı Bahrî Memlûklerini memnun etmedi. Eyyûbî hanedanı mensuplarının da kışkırtması ile halk, Aybek’e karşı isyan etti. Bu sırada Irak’da Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Kendisini seven Bahrî Memlûklerinin yardımı ile isyanı bastıran ve iç karışıklıkları düzelten Aybek, başka bir tehlike ile karşılaştı. Bu da Bahrî Memlûklerinin lideri Aktay’ın nüfuzunun gittikçe artması idi. Aybek, bir fırsatını bulup, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî Memlûklerinin büyük kısmı Suriye’ye kaçtı. Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak bütün zorlukları yenmiş iken, Musul hâkimi Bedreddîn Lü’lü’ün kızı ile nişanlanması üzerine karısı Şecer-üd-dürr tarafından öldürtüldü. Bir kaç gün sonra da Şecer-üd-dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nûreddîn Ali’nin saltanatı iki sene kadar sürdü. Moğolların Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır ayanı ile emirlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nûreddîn’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi. Bu sırada Bağdâd’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi, islâm âlemi dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emirler, Kutuz’a saltanat teklif ettiler. Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan îlân edildi. Sür’atle ilerleyen Moğol orduları islâm ülkelerini çiğneyerek Memlûklerin en kıymetli eyâletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.

Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde Ayn-Câlut denen ve vaktiyle hazret-i Dâvûd’un, Câlut’u yendiği rivayet edilen yerde iki ordu karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirayetli kumandası neticesinde kesin bir yenilgiye uğradılar. Perişan bir hâlde kaçan Moğolları tâkib eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketbuğa Noyan da dâhil olmak üzere Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, islâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hâkimiyetleri İslâm âlemi için büyük felâket olurdu. Zafer sonunda Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hâkimiyeti altına aidi. Cihâdını, Moğollarla iş birliği yapan Latinler’e karşı devam ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-Câlut zaferinde Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybars’a vâd ettiği Haleb umûmî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü.

Sultan Kutuz’un yerine 1260 senesinde Sultan olan Baybars, Eyyûbî Hanedanının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklülerin iktidarı ele geçirmelerinde birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars tahta çıktığında, ilhanlılar ile haçlılar, Memlûkleri ve İslâm âlemini tehdîd ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun Abbâsîleri Bağdâd’dan çıkarması üzerine, Abbasîlerden el-Muntansır’ı 1261’de Kâhire’de halîfe îlân ederek Mısır’da Abbasî halifeliğini kurdu. Bu davranışı ile bütün Sünnî müslümanların takdirini kazandı. Memlûklerin, başşehirleri Kâhire’de halîfelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara islâm âleminde büyük bir manevî kuvvet kazandırdı. 1265’de haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki bir çok kaleleri alan Sultan Baybars, Kilikya rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi. Bu seferde Ermenilerin başı esir alınarak Sis (Kozan) zabt edildi. 1268 senesinde tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farizasını eda etti. 1270 ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek Kalesi’ni almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vuku bulan iki ilhanlı taarruzuna da, başarı ile karşı koyarak 1274 senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defa zabtetti. Sultan Baybars, memleketi İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu beylerinin daveti ile 1277’de yeniden Anadolu’ya gitti. Elbistan’da İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de kısa bir rahatsızlıktan sonra elli dört yaşında iken vefat etti. Şam’a defnedildi. Sultan Baybars, Moğol hâkimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin şekilde mâni olup, haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Orta Doğu işgaline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde devletinin iç ve dış siyâsetini başarı ile yürüttü. Devlet teşkilâtında önemli ıslâhat yaptı.

Baybars ölmeden önce oğlu Melik es-Sa’îd Nâsirüddîn Berke için bağlılık yemini almış, emirleri, kadıları ve fukahâyı toplayarak onu saltanat naibi yaptığına dâir karârını okutmuştu. Babasının ölümü üzerine tahta geçen Nâsirüddîn Berke’nin tâkib ettiği siyâset yüzünden, kısa bir süre sonra ümerâ (emirler) ile arası açıldı. Tahta geçtikten iki sene sonra ümerâ ile arasındaki anlaşmazlık had safhaya ulaşınca Nâzirüddîn Berke, kendi isteği ile tahttan çekildi ve Kerek bölgesinin kendisine verilmesini istedi. Ümerâ bu isteğini kabul ederek 1279’da yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddîn Sülemiş’i geçirdi. Emirlerden Klâvun da saltanat naibi oldu. Yeni sultânın küçük yaşta olmasından faydalanan Klâvun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Klâvun adına sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında Klâvun, ümerânın muvafakatini da alıp, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını îlân etti.

Klâvun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı, iç mes’elelerini hâllettikten sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını tâkib etti. 1280 ve 1281 senesinde İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Klâvun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu yüzden haçlılar ile savaşa girmemeye dikkat etti. Haçlılarla on senelik bir barış anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan haçlı kalıntılarını tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Klâvun, bu gaye ile Emîr Hüsâmeddîn komutasında bir orduyu Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında şehir fethedildi. 1289 senesinde Klâvun güçlü bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290 senesinde Akka’ya gelen bir haçlı grubu, civardaki müslüman topraklarına hücûm edip, bâzı tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine, Klâvun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kâhire’den ayrılmak üzere iken 1290 senesinde vefat etti.

Klâvun’un vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta geçer geçmez, Memlûklerin isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı. Babasının Akka’yı haçlılardan almak için hazırladığı plânı tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında ordusu ile Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısla fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra Suriye’deki haçlı kaleleri birer birer ele geçti. Böylece on dört Ağustos’ta bütün Suriye sahili haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halıl, tahta geçtikten sonra, devlet ricaline ve babası zamanında söz sahibi olan ümerâya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında işbirliği yaptığı emirlerin yardımıyla 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.

Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra yerine kardeşi Nâsirüddîn Muhammed geçirildi. Sultan Muhammed tahta geçtiği zaman dokuz yaşında idi. Bundan dolayı Sultan Muhamrned’in ilk saltanatı, ismi bir hükümdarlık olup, fiilî kuvvet, başta Nâib-üs-saltana Zeyneddîn Ketboğa ve Vezir Alemüddîn Sencer eş-Şucâî olmak üzere büyük emirlerin elinde idi. Kal’at-ül-Cebel’de bulunan Sultan Eşrefin Memlûklerinin isyanı sebebiyle ortaya çıkan durumu görüşmek üzere devlet adamlarını toplayan Ketboğa, onlara memleketin parçalanmaması için olgun bir kimsenin sultan olmasının gerektiğini söyleyip, fikrini Kabul ettirince, ümerâ, Muhammed’i tahttan indirerek Ketboğa’yı sultan îlân etti. Ketboğa, tahta geçer geçmez Hüsâmeddîn Laçin’i saltanat naibi seçti ve bütün devlet işlerini ona bıraktı. Fahreddin Halil’i de vezir yaptı. Çok geçmeden çeşitli sebeblerin biraraya gelmesi neticesinde halk Ketboğa’dan nefret etmeye başladı. Ketboğa’nın sevilmemesinin bir sebebi de Moğol asıllı olmasıydı. Ketboğa’nın aleyhindeki bütün hareketlerin arkasında Hüsâmeddîn Laçin bulunuyordu. Laçin, Sultan Muhamrned’in azlinde kendisinin de iştiraki olduğu için, en az Ketboğa kadar tahtta nakkı olduğuna inanıyordu. Bu yüzden Laçin, onu öldürmek için bir plân yaptı. Ketboğa, Taberiyye yakınlarındaki el-Leccûn mevkiinde yapılacak olan suikastı hissederek Dımask’a kaçtı. Suikastçılar ancak Ketboğa’nın iki yardımcısını öldürebildiler.
Laçin. Ketboğa’nın hazînesini ele geçirdikten sonra, ümerâyı toplayarak kendisinin sultanlığını kabul etmelerini istedi. 1296 senesi Kasım ayında devlet adamları Laçin’e bî’at ettiler. Melik el-Mansûr lakabını alan Laçin, Kal’at-ul-Cebel’e yerleşti. Tahta geçen Laçin’in karşısında iki mes’ele vardı. Birisi Ketboğa, diğeri de saltanatın sahibi gözüyle bakılan Nasır Muhammed idi. Bu yüzden Laçin, rüşde vâsıl olduktan sonra kendisini sultan yapacağına söz verip, Muhammed’i Kerek’e göndererek bu mes’eleyi hâlletti. Bir gün sonra halk, ekonomik sebeplerden dolayı ayaklandı. Efendileri Eşref Halil’i öldürdüğü için, Kal’at-ül-Cebel burçlarında fırsat kollayan Sultan Eşref Halil’in Memlukleri de, ayaklanmaya katıldılar. Hep birden el-Burciyye’nin lideri Gürcü’nün idaresinde harekete geçerek 1299 senesi Ocak ayında Laçin ve saltanat naibi Mengu Temûr’u öldürdüler.

Bu olaydan sonra toplanan ümerâ, Nâsırüddîn Muhammed’i tekrar tahta çıkardı. Sultan Muhammed’in on sene süren ikinci saltanatı iç karışıklıklarla geçti ve 1309’da tahttan çekilmek mecburiyetinde kaldı. Bu durum karşısında ümerâ, Baybars el-Çeşniğir’i tahta geçirdi. Baybars’ın saltanatı bir sene sürdü. Nâsırüddîn Muhammed, 1310 senesinde Dımaşk’tan ayrılarak Kahıre’ye geldi ve üçüncü defa tahta geçti. Otuz bir sene devam eden bu saltanatında önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu gibi ümerânın kendisine tahakküm etmesine müsâade etmedi. Sultan Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizâmının olgunlaştığı, hükümet dâirelerinin rayına oturduğu, idarede bir çok yeniliklerin ve geliş-melerin vuku bulduğu, bâzı büyük me’mûriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed’in 1341 senesinde vefatı üzerine, Memlûk Devleti, Nâsıreddîn Muhammed’in oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûklerin çöküşüne ve Burcî Memlûklerin kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun çocuk olmalarıdır. Bu yüzden ümerânın nüfuzu yeniden artmış ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirilmiştir. On üç sultânın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da büyük veba salgını olmuş, her gün binlerce kişi öldüğü için toprağı işleyecek kimse kalmamıştı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkûk ile iktidar, Bahrî Memlûklerinden, Burcî Memlüklerine geçti. Sultan Berkûk, çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddîn’i 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlukleri devrine son verdi.

Burcî Memlukleri: Hanedan olarak Mısır Memlukleri târihinin ikinci kısmını Burcî Memlukleri teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan 1382’den 1517’ye kadar Mısır’a hâkim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karekterini muhafaza etti. Devlet teşkilâtı ve idarî tarz hiç bir karekter değişikliğine uğramadan devam etti. Memlukleri merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkûk, 1399 senesinde vefat edince yerine oğlu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifâde eden hıristiyanlar harekete geçtiler. Suriye’deki iç karışıklıklar da buna eklenince, Sultan Ferec 1412 senesinde âsîler tarafından öldürüldü. Halîfe el-Musta’in sultan îlân edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddîn Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamanında nisbî bir sükûnet te’min edildi. Bir çok te’sisler inşâ edildi. Seyfeddîn Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de atabeği Tatar, idareyi ele geçirdi. Fakat Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip kısa bir müddet sonra öldü. Tatar’ın vefatından sonra sultan îlân edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk Sultanlığı târihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında sükûnet ve istikrarı te’min etti. Suriye ve Mısır’da müslümanlar yararına tedbirler aldı, huzurda yer öpmek gibi bir geleneği kaldırdı. 1425 senesinde Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’u yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı. Kral kendisine tâbi olarak her sene vergi ödedi. Ticâreti geliştirmek hususunda tedbirler aldı. Barsbay; Dulkadiroğullan, Ramazanoğulları ve Akkoyunlularla da mücâdele etti. 1438 senesinde ölünce yerine oğlu Yûsuf geçti ise de, Atabeği Çakmak idareyi ele geçirdi.

On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın siyâsetini devam ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi. Osmanlılar ve Karamanoğuiları ile dostâne münâsebetler kurdu. Vefat edince yerine oğlu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra iktidara Seyfeddîn İnal geçti. İnal, Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnamesi gelince, büyük merasimler icra ettirdi. Karamanlılar üzerine, ordu göndererek, Karaman’ı yağmalattı. Uzun Hasen’e karşı tedbirler aidi. Kıbrıs’la ilgilenip, Lefkoşe’yi zabt ettirdi. 1461 senesinde ölümü ile yerine oğlu Ahmed geçti. Fakat, idareyi Atabeği Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem ilk iş olarak, isyan eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı düşmanca siyâset uyguladı. Uzun Haserı’i ve Karamanoğlu İshak Bey’i desteklediği gibi Dulkadiroğulları ile Fâtih aleyhinde iş birliği yaptı. Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg ilbay ve Temurboğa bir kaç ay saltanat sürdüler. 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı. Osmanlılar ile rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bâyezîd Hân ile taht mücâdelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla iki devlet arasında harb çıkmasına sebeb oldu. 1485-1491 seneleri arasında Çukurova’da yapılan muharebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı. Neticede Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medine’ye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 senesinde vefat etti. Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi. Emirler ile ihtilâfa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden Şam valisi Kansuh Gorî, sultan oldu.

İktidara geçtiği zaman altmış yaşını geçmiş bulunan Kansuh Gorî, kudretli ve dirayetli birisi olduğunu hemen isbâtladı. Önce Kâhire’de nizâm ve istikrarı te’sis ederek ümerânın büyüklerinden güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi. Daha sonra devlet hazînesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı. Kansuh Gorî’nin zamanında Memlûkler, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hududundan komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu Anadolu’ya hâkim olan Şah İsmail, şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğuyu ele geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansuh Gorî devrinde, İspanya’daki Endülüs müslümanlarının hâkim olduğu Gırnata, hıristiyanların eline geçince, müslürnanlar zor duruma düştü. Mısır’ın iktisadî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticâret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan kıyıları Portekizlilerin eline geçti. Kansuh Gorî, Portekiz genel valisinin Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezi’ni (Basra Körfezi) kapaması üzerine, Osmanlı sultânı İkinci Bâyezîd Hân’dan yardım istedi. Osmanlı gereken yardımı yaptı. Fakat Kansuh Gorî, Osmanlılarla dostluğu artıracağı yerde İran Şahı Şah İsmail’le dost olmağa kalkıştı. Kansuh Gorî’nin Şah İsmail ile yakın münâsebet kurması, Memlûklü valilerinin kendisinden yüz çevirip, yeni tahta çıkan ve Şah İsmail’in amansız düşmanı olan Osmanlı sultânı Yavuz Sultan Selim Hân’ın tarafına kaymalarına sebeb oldu. Kansuh Gorî’nin Çaldıran Savaşı sonrasında Şah İsmail ile ittifak yaptığını öğrenen Yavuz Sultan Selim Hân, Şah İsmail’i tamamen ortadan kaldırmak için çıktığı ikinci doğu seferinde, Vezîr-i âzam Sinan Paşa’yı kırk bin kişilik bir kuvvetle Safevîler üzerine gönderdi. Sinan Paşa, Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûklerden müsâade isteyip, verilmemesi ve Kansuh Gorî’nin elli bin kişilik bir kuvvetle Haleb’e gelmesi harb sebebi sayıldı. Devrin âlimlerinden Zembilli Ali Cemâlî Efendi’nin fetvasıyla Osmanlı Ordusu sefere çıktı. Mercidabık’da karşılaşan iki ordunun kuvvetleri eşit mikdârlarda olup, altmış bin civarındaydı. Osmanlılar, ateşli silâhlar, teşkilât, kumanda hey’eti, sevk ve idare bakımından üstündü. Memlûklerin ise süvari kuvveti meşhûrdu. 24 Ağustos 1516 sabahı başlayan muharebede Memlûkler kısa bir sürede mağlûb oldular. Kansuh Gorî’nin muharebeden sonra kaybolmasıyla Memlûk tahtına Tumanbay geçti.

Haleb, Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Hân, Tumanbay’a bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazze’den itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tumanbay bu teklifi kabul etmedi. 23 Ocak 1517’de Ridâniye’de Yavuz Sultan Selim Hân’ın taarruzuna karşı koyamıyarak mağlûb oldu. Kâhire’de ve Sait taraflarında mücâdelesini devam ettirdi ise de, yakalandı ve Dulkadiroğlu Şehsuvar Ali Bey’e teslim edildi. Daha sonra da îdâm edildi. Böylece 1250 senesinde kurulan ve iki yüz altmış yedi sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı sona erdi. Halifelikle beraber mukaddes yerlerin himâyesi de Osmanlıların eline geçti.

Memlûkler, sultânın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti. İktidarın bünyesindeki başarı için gulâm sistemi esastı. Çünkü eski Memlûklerin oğulları da dâhil olmak üzere hür unsurlar orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrarsızlığı sebebiyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultânın mutlak iktidarı büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Mes’eleler dîvânda görüşülüp, karâra bağlanırdı. Memlûklerin asker ihtiyâcı Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların idaresindeki (Memlûklü ordusu muharip olmasından, sevk ve idaresindeki) mükemmelliğinden haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır. Memlûkler, Eyyûbîlerin siyâsetlerini devam ettirdiler. Resmî yazışmalarda Arabî’yi kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûkler, Mısır’da pek parlak bir medeniyet devresi açtılar.

Memlûkler devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binalar yapıldı. İdareci, kumandan ve bu arada bâzı esnaf cemâatleri büyük şehirlerde camiler yaptırdılar. Kâhire’deki Baybars, Klâvun, Muhammed Nasır, Sultan Hasen, Ber-kuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu Camileri ve Trablus, Şam, Haleb eyâletleri camileri ile Kahıre, Haleb, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet me’mûru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Kâhire’de mektep açmışlardır. Burada tahsîlini tamamlayanlar, mülkî ve askerî me’mûr olarak vazifeye tâyin edilirlerdi.

Yorum Gönder