Orta Asya'dan Anadolu'ya Kayı Boyu

kayı damgası
Kayı Damgası
   Osmanlıların Anadolu'ya nasıl geldiği hakkında tarihi delillere dayanan net bir fikir yoktur.Ancak birçok tarihçi tarafından kabul edilen görüşe göre, Sultan Alparslan'ın 1071 yılında Anadolu'nun kapısını Türklere açması ile Orta Asya'dan Anadolu'ya doğru bir Türkmen akını başladı.O yıllarda Orta Asya'yı kasıp kavuran Moğolların da Türkler üzerinde baskı oluşturarak Anadolu'ya doğru olan bu göçü hızlandırdığı kabul edilir.

   İşte bu şartlarda Oğuzların Günhan koluna mensup Kayı boyundan Gündüz Alp, oymağı ile Horasan yakınlarından yola çıkarak Van Gölü civarındaki Ahlât'a gelip yerleşti.Gündüz Alp,Ertuğrul Gazi'nin babasıdır.Bazı kaynaklarda ismi Süleyman Şah olarak da geçmektedir.

   Gündüz Alp ve aşireti bir süre Ahlât'ta kaldılar.Fakat Moğolların önüne gelen her şeyi yakıp yıkarak Anadolu'ya kadar uzanması ile tekrar göçe başlayıp Erzincan'a doğru yola çıktılar.

   Bu yolculuk sırasında savaşan iki orduya rastladılar.Bu gördükleri orta çağda cereyan etmiş üç büyük meydan savaşından biri olan Yassıçemen Savaşıydı.(1230) Bir tarafta Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat,diğer tarafta Cengiz Han tarafından Türkistan'dan çıkarılan ve Anadolu'da hak iddia eden Celaleddin Harzemşah... Gündüz Alp ve oğlu Ertuğrul Gazi Selçuklular tarafında savaşa katılmaya karar verdiler.

   Rivayete göre yenilmekte olan Selçuklu ordusu bu katılımla zafer kazanır.Sultan Alâeddin bu yardımından fazlası ile hoşnut kalır ve Gündüz Alp'e Ankara yakınlarındaki Karacadağ'ı yurt olarak verir. Yassıçemen Savaşı'ndan kısa bir süre sonra ölen Gündüz Alp'in yerine geçen Ertuğrul Gazi,aşireti ile birlikte Karacadağ'ı yurt edinerek dünya tarihini değiştirecek ilk adımı atmıştır.

   Ertuğrul Gazi ve oymağı sonra daha batıya ilerleyerek Söğüt ve Domaniç'i ele geçirdiler.Buraları savaşarak aldıkları veya Alâeddin Keykubat tarafından kendilerine verildiği rivayet edilir.Ertuğrul Gazi artık Selçuklu sınırını korumakla görevli bir Uç Beyi'dir. Uç beyleri İlhanlılar'a sembolik bir vergi veriyorlardı ve çok sıklaştırılırsa küçük askeri birliklerle İlhanlı ordusuna katkıda bulunuyorlardı.

   Osmanlılar,yurt edindiği topraklarla Bizans'a sınır komşusu olmuştu.Bizanslılarla Türklerin ilişkileri iç içe idi.Bu bölgede büyük ticaret pazarları kuruluyordu.Bölgeden geçen önemli ticaret yolları da Osmanlı Beyliği'ne maddi kaynak sağlamaktaydı.

   Öte yandan Moğol etkisine en uzak beylik olması dolayısıyla Moğollardan kaçan Türkmenler için bir sığınak olan Osmanlı Beyliği,gerekli insan gücünü de bu yolla sağlamaktaydı.Gün geçtikçe güçlenen Osmanlılar bağımsızlığa doğru emin adımlarla ilerlemekteydi.Beyliğin temellerini atan ve devletin çekirdeğini oluşturan Ertuğrul Gazi çok ileri yaşlarda Söğüt'te vefat etti ve Söğütteki türbesine defnedildi.

Kaynak:Özlenen Medeniyet Osmanlı/Mavi Lale Yayınları

Mimar Sinan Kimdir?

mimar sinan resim
Mimar Sinan
   Kayseri'nin Ağırnas Köyü'nde 1489 yılında doğmuştur.Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul'a getirilmiş ve yeniçeri ocağına alınmıştır.Osmanlı ordusu ile birçok seferlere katılmış, bu seferlerde yaptığı köprü ve mimari eserlerle kısa sürede ünlenmiş, Kanuni döneminde de baş mimarlığa getirilmiştir.Baş mimarlık döneminde "Çıraklık" eserim dediği Şehzade
Camii, "Kalfalık" eserim dediği Süleymaniye Camii ve "Ustalık" eserim dediği Edirne Selimiye Camii'ni yaparak Türk mimari tarihinde yeni çığırlar açmış, ölümsüz eserlere imza atmışmıştır.

   Ayasofya Camii için projeler geliştirmiş, yaptığı güçlendirme çalışmaları sayesinde eser günümüze kadar ayakta kalabilmiştir.Çeşitli türlerde toplam 375 mimari esere imza atan Mimar Sinan, 1588 yılında İstanbul'da ölmüş ve Sülaymaniye Camii'nin yanında kendi yaptığı çok sade bir türbeye defnedilmiştir.

   Büyükçekmece Köprüsü üzerine kazılı olan mührüne günümüz Türkçesi ile şöyle yazmıştır. "Değersiz ve muhtaç kul,Saray özel mimarların başkanı" bu sözler O'nu mütevazı kişiliğini ne güzel anlatmaktadır.

Kaynak:Özlenen Medeniyet Osmanlı/Mavi Lale Yayınları

Mimar Sinan 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eser vermiştir.

Selçuklu Türk Ordusu Sevk ve İdare Sistemi

   
türk askeri
Akıncılar
   Türk Ordusunun "sevk ve idare sisteminde" doğrudan "Taarruz Stratejisi"
esas alındığından,stratejinin diğer bölümleri de;taarruz stratejisine göre geliştirilmiş ve hemen her uygulama da bu esas benimsendiğinden,harekâtlarda 
"süratli manevra" taktiği; savaş taktiklerinde en çok gelişmiş olanıydı ki;hemen her muharebeye yıldırım gibi dalan Türk Kuvvetleri karşısında,hiçbir düşman ordusu uzun müddet tutunamaz ve neye uğradığını anlayamadan eriyip giderdi.

   Selçuklu Türk Ordusu üç gruptan müteşekkildi: Birinci grup olan "Hassa Kuvvetleri" olarak,bizzat Sultan'ın emir ve komutasına tâbi idi.İkinci Grup: 
"Boy Beyleri Grubu" idi.Üçüncü Grup ise: "Gerilla Savaşları veren" gönüllülerden kurulu kuvvetlerden müteşekkildi ki;bunlar dünyaca nam salmış olan "Akıncı Kuvvetleriydi" ve son derece mahir bahadır komutanlar tarafından idare edilirlerdi.

   Yıldırım taarruzlarını esas alan Türk Ordusu'nun temel gücünü teşkil eden ana kuvvet, "Süvari Birlikleriydi". Bu sebepten dolayı,atın önemi,Türkler için en güçlü silahtan daha önemliydi.Böyle olduğu için de Türk insanı pek küçük yaşlardan itibaren atlarla kaynaşır ve 12 yaşlarına geldiği zaman ise; en yaman düşman süvarisine dahi nal toplatabilecek derecede pek mahir bir binici olurdu.

   Türk Süvarileri binicilikte o derece mahirdiler ki; muharebe esnasında ok, kılıç vs. bilumum silahları son derece rahatlıkla kullanırlar ve düşmanlarını şaşkına çeviren pek çevik hareketlerle, muharebe meydanında, ele avuca sığmaz bir görünüm içinde; sağlı,sollu ve merkezi dalışlarla; düşman süvarilerine ot yoldururlardı...

   Keza, uzun yolculuklarda at üstünde yemek yemek ve uyumak,onların başlıca meziyetlerinden birisiydi ki bu maharetleri; herhangi bir ordu için,o çağlarda son derece önemli bir meziyet sayılmaktaydı.Çünkü;uzak diyarlara sefere çıkmış ve bu sefer esnasında uzun yürüyüşlere muhatap olmuş bir ordu için,tabi ki bu faktör birinci derecede önemli idi.Zira,seferi durumda bulunan bir ordu, bazı hallerde hiç konaklamadan yoluna devam etmeye mecbur kalabilirdi.

   Dolayısıyla yukarıda kayda geçilen özelliklere sahip olmayan herhangi bir ordunun,yollarda perişan olmamasına imkan yoktur ve tabi ki vurucu güç olabilme durumu da böylece yoklara karışırdı.

   Görülüyor ki o çağlarda Türk Ordusu'nun "Vurucu Güç" olma açısından "Merkezi Kuvvetini" teşkil eden Süvariler,haklı olarak eşsiz bir değere sahiplerdi ve kahredici, yıldırım baskınlarıyla tüm cihanı adeta tir tir titretmiş olan dünyaca ünlü Akıncılar işte böyle bir kuvvetin bünyesinden meydana gelmişti.Türk insanının At'a vermiş olduğu değer ve önemdeki sırra,bir çok millet asırlar boyu erişememiş ve süvari kuvvetlerinin,muharebelerdeki üstün vasfını tam manasıyla kavrayabilmekten yoksun kalmıştır.Bu sebepledir ki ,Bizanslılar; "piyade kuvvetlerine",süvari kuvvetlerinden daha ziyade önem vermişlerdi.

   Türkler'in ata olan düşkünlükleri,henüz "göçebe oldukları" dönemlere kadar uzanır.Şöyle ki: Bir vatan sahibi olabilme ve kendi başına buyruk,hür ve kuvvetli bir devlet kurup,diğer devletler seviyesine yükselebilme kavgasında vermiş olduğu binbir çetin mücadele içinde; var olabilme cenginin en kahredici örnekleriyle karşılaşmış Türk insanının o yıpratıcı , o yıldırıcı dönemlerinde en yakın can yoldaşı,her daim atı olmuştur.

   Bütün bu hususlardan dolayı Türk insanının hayatında at o derece önem kazanmıştır ki; Orhun Kitabeleri'ne dahi geçmiştir.Mesela: Orhun Kitabeleri'nde,Prens Kültigin'in atına "Alp-Salçı" adı kayda geçilmiştir.

Kaynak: Türk Cihan Hakimiyetine Açılan Yol
         Levon Panos Dabağyan/Karadağ Yayınları

Konotop Savaşı

   
türk askeri
Mehmet Giray Han
   Doğu Avrupa boylarında tek ve en güçlü devlet olmak için çalışmalara başlayan Rusya'nın hareketleri Osmanlı Devleti tarafından dikkatle takip edilmekteydi.Rusya büyük emelleri önünde en büyük engel Osmanlı Devletidir.
Ve Osmanlı Devleti Rusya'ya karşı iki asırdan fazla devam eden bir mücadele vermiş,Kafkasya'da,Kırım'da Anadolu'nun doğu cephesinde devam eden bu şiddetli savaşlarda binlerce şehit vermiştir.Öyle ki Devletin hudutları içerisinde 'Moskof'a karşı çarpışırken şehit düşmüş bir yakını bulunmayan aile yok gibidir.
'Moskof' kelimesi öyle bir hal almıştı ki artık halk için düşmanlığın simgesi anlamına gelmişti.

   Rusya Ukrayna topraklarını ele geçirmek istiyordu,Osmanlı Devleti ise Rusya'nın izlediği bu politikaya sert şekilde karşı çıkıyor ve Rusya'nın bu tutumuna mani olabilmek için çalışıyordu.

   1659 yılların başında Rusya 350 bin kişilik dev ordusuyla Ukrayna üzerine yürüdü.Rusya'nın bu saldırısı karşısında Ukrayna Kazakları Prensi Vygovsky Osmanlı Devleti'nden yardım talep etti ve himaye edilmelerini talep etti.Bu durum Divan-ı Hümayun'da görüşüldükten sonra Kırım Hanı Mehmet Giray'ın sefere çıkması kararlaştırıldı.Mehmet Giray,Kırım askerleri ve orduya katılan Osmanlı birlikleriyle süratle Rusların üzerine yürüdü.Bu sıralar Rus ordusu Çenigov Şehri'nin batısında bulunan,Ukrayna Kazaklarına ait Konotop Kalesi önündeydi.Kaleyi kuşatmışlardı.

   Mehmet Giray Han,ordusu ile durmaksızın Rus ordularının üzerine atıldı.12 Temmuz 1659'da meydan muharebesi başladı.Kırım ve Osmanlı askerleri kendilerinden kat kat fazla 350 bin kişilik çok sayıda askere sahip Rus ordusunu kuşatmışlar,üzerlerine tayfun gibi esiyorlardı.Prens Trubeçkoy ve ordusu ne yapacağını şaşırmıştı.Neticede 120 bin asker kılıçtan geçirilmiş,50 bin asker esir alınmıştı.Ölenler arasında Prens Trubeçkoy'da vardı.350 bin kişilik Rus ordusundan eser kalmamış geriye kalan askerler etrafa dağılmıştı.

   Mehmet Giray Han Konotop Kalesi yakınlarında büyük bir maharet göstererek Rusları perişan etmiş ve Türk Zaferleri'ne parlak bir zafer armağan etmiştir.

   Daha sonraları Osmanlı Devleti Ukrayna'ya ehemmiyet verip,1661'de "Seddülislam" kalesini inşa etmiştir.

Cezayir Savaşı

barbaros hayreddin paşa
Barbaros Hayreddin Paşa
   13 sene şanlı Osmanlı Devleti'nin bir parçası olarak kalan Cezayir,binlerce şehitlerin uğruna fethedilmiş ve binlerce şehit verilerek muhafaza edilmiştir.Üç asırdan fazla bu topraklarda Osmanlı sancağı dalgalanmış,burada yaşayan Müslümanlar huzur ve refah içerisinde yaşamışlardır.

   Kuzey Afrika ülkesi olan Cezayir,aynı zamanda Batı Akdeniz'in önemli askeri ve ticari üssü idi.Barbaros kardeşlerin yaptığı fetihlerden önce Cezayir İspanya'nın hakimiyetinin altındaydı.1517 başlarında Oruç Reis, İspanyolları perişan ederek Cezayir'i fethetti.Daha sonra Oruç Reis'in şehadetinden sonra idareyi eline alan Barbaros Hayreddin Paşa devrinde Cezayir Yavuz Sultan Selim'i metbû tanımış,böylece Afrika'nın bu uç ülkesi de Osmanlı Devleti'nin bir parçası olmuştur.15 Mayıs 1519'da Yavuz Sultan Selim tarafından Barbaros Hayreddin Paşa Cezayir Beylerbeyi olarak vazifelendirilmiştir.

   Bütün bu olan biteni dikkatle takip eden,dünyanın sayılı büyük devletleri arasında yer alan İspanya,Cezayir'deki hezimetin intikamını almak için fırsat beklemekte ve Hayreddin Paşa kuvvetlerini Cezayir'den söküp atarak Afrika'da rakipsiz kalmak istemektedir.

   Cezayir meselesiyle bizzat İspanya Kralı Charles Quint ilgilenmekteydi.Bütün imkanları seferber etmişti.Kral,Cezayir'i zapt etme işini Sicilya Kral Naibi Ugo de Moncada'ya verdi.

   1519 Temmuz'unda Moncada büyük bir ordu ve donanma hazırlattı.25 bin kişi ve 170 harp gemisinden müteşekkil donanmasıyla Cezayir'i alacağında çok emindi.Ağustos ortalarında Cezayir önlerine gelen Sicilya Kral Naibi'nin yanında Gomares Markisi de vardı.Şehri kuşatmış ve Barbaros'a haber göndermişti.
Barbaros'tan şehri teslim edip askerleriyle birlikte gemilerine binerek çekilip gitmelerini istemekteydi.

   Barbaros Paşa'nın cevabı,mağrur düşman kumandanın yüzünde kırbaç gibi şaklamıştı. Kanla alınan topraklar,son fert şehit oluncaya dek müdafaa edilecekti.

   21 Ağustos 1519'da İspanyolların taarruzu başladı.Denizden ve karadan yapılan hücumlara bir avuç ordusuyla karşı koymaya çalışıyordu Barbaros.
Zaman zaman şehrin önlerinde göğüs göğüse müthiş muharebeler cereyan ediyordu.Düşman saldırıları püskürtülüyordu,savaş 2 gün aralıksız şiddetle devam etti.Savaşın üçüncü günü Barbaros 500 leventini İspanyolların sahile çekmiş olduğu mühimmat ve cephane dolu gemilerin üzerine gönderdi.Bu saldırı üzerine İspanyollar mühimmat ve cephanelerin yakılacağı telaşına kapılarak bütün kuvvetleriyle bu 500 serdengeçtinin üzerine saldırdılar.Leventler düşman kuvvetlerine kahramanca karşı koyarak bütün dikkatleri üzerlerine çekmeye muvaffak oldular.Bu anı bekleyen Barbaros bütün askerleriyle kaleden çıkarak yıldırım gibi düşmanın üzerine atılmıştı.Bu hücumu beklemeyen düşman şaşırmıştı.Kısa zamanda İspanyol ordusu tam bir bozgun halini aldı.

   4000 İspanyol askeri kaçta telaşı ile denizde boğulmuştu.Cezayir önlerine gelen Sicilya Kral Naibi Moncada mühimmatları ve toplarını bırakarak armadasıyla süratle kaçmıştı.23 Ağustos 1519'da yapılan Cezayir Savaşı'nı Osmanlı Devleti kazanmış bulunmaktaydı.  Barbaros Hayreddin Paşa ve askerleri zafer şenlikleri yapıyorlardı...

   Daha sonraları Cezayir,geçici olarak elden çıkacaksa da hemen akabinde yeniden ele geçirilecek ve 1830'larda Fransızların işgaline kadar Osmanlı idaresinde kalacaktır...
   

Göklerin Mesajı

   
fatih sultan mehmet resmi
Fatih Sultan Mehmet
   1473 yılında Avrupa semalarına bakanlar,Jüpiter ve Satürn 'yıldızları'nın birleştiğini gördüler hayretle.Göklerin bu mesajının sırrını çözebilmek için İbrani bilgilerinin kapısını çaldıklarında aldıkları cevap,"ölüm" oldu.Dehşet içinde kalan İtalyan hümanistleri,İbranî bilgesinin kapısından öyle bir hışımla çıkmışlardı ki,bilgenin "ve diriliş" dediğini duymamışlardı bile.Ama kimin için ölüm kimin için dirilişti? Burası tam olarak belli değildi.

   Bu tarihten tam 7 yıl sonra Fatih'in Arnavutluk'taki Avlonya limanından Gedik Ahmed Paşa komutasında sefere çıkardığı 100 parçalık bir donanma,İtalyan çizmesinin topuğuna tırmanıyor,Otranto'yu bir "köprübaşı" olarak Osmanlı vatanına katıyor ve Apulya kalesine tam 1.5 yıl yetecek kadar silah depoluyordu.
Bu sırada 'Ebedî Şehir' (Eternal City) olma iddiasındaki Roma,yüzyıllardır şahit olmadığı bir sessizliğe bürünmüştü.Papa'nın emin bir yere kaçmak için gemileri limanda hazır beklettiği haberi bir rüzgâr gibi esiyordu Roma sokaklarında.
Rivayetler arasında Türklerin elinin ulaşamayacağı bir yer aradığı da vardı.
Fatih'in nihai amacı, bir yandan Bosna ve Hırvatistan üzerinden karadan, öbür yandan da Otranto üzerinden denizden Roma'ya sıkıştırdığı Venedik güçlerini kesin sonuç alacağı bir meydan savaşında imha etmek ve Roma'yı ele geçirmekti.

   Papa'nın Hristiyan olmasını teklif ettiği bu genç Sultan,mektuba seferleriyle cevap veriyor ve "Hristiyanlığın efendisi" olmaya geliyordu.Ama bir farkla.Henüz genç bir hümanist iken İstanbul'un "barbarlar(!)"ın eline düşmesinin "Homer'in ikinci ölümü" olacağını yazan Papa'ya inat,Fatih Sultan Mehmet ,bu sırada elinde Homeros'un İlyada destanını tutuyordu.

   Tabiatıyla Doğu'da bu iki yıldızın, Satürn ve Jüpiter'in birleşmesinin biraz farklı yorumlandığını bilmiyordu Roma'daki ruhaniler.Özellikle Çin mitolojisinde bu iki gezegenin gökte buluşması, Doğu ile Merkez'in birleşmesine yoruluyor, Doğu'nun dünyanın merkezi olacağına hamlediliyordu.Bir başka deyişle, İstanbul'un Fethi'nin anlamı göğe yazılıyordu.Velhasıl İstanbul, yüzyıllardır çarpık duran dünya eksenini yerine oturtmakla görevliydi.Yeni misyonu buydu. Doğu'yu merkeze alan ve her ikisini de kucaklayıp üstüne çıkaracak bir hamle olacaktı bu.Yüzyıllar öncesinden müjdelenen fethin anlamının,dört duvarın içine sıkışıp kalmış bir şehre güç kullanarak (kahren) girmek ibaret olamayacağını bilenlerden birisi,kuşkusuz ki Papa'nın mektubuna gülüp geçen genç hükümdarın ta kendisiydi.

   Biliyoruz ki, Fatih bu tekliflere daha İstanbul'un fethinden bir yıl sonrasından başlayarak sürekli muhatap olmuştu.Özellikle Francesko Filelfo'nun Milano'dan gönderdiği 15 Mart 1454 tarihli mektubu ve medhiyesindeki mısraları aynı hoşgörüyle okumuş olmalıdır ki, onun ricasını kırmayarak esir düşen kaynanasını ve iki baldızını serbest bıraktırmıştı. Filelfo mektubuna iliştirdiği medhiyesinde şunları yazıyordu Fatih'e:

  Ey Emîr, fiilen şöhretini artırmak
  Senin elindedir.
  Ey Mehmet,Tanrı ve peder olan Hazret-i İsa
  Büyük Tanrı'nın oğlu,senin gibi büyük
  Bir padişaha dininin gözünü ihsan eylesin
  Zira o zaman bütün dünyanın Padişahı olacaksın.

Kaynak:Ufukların Sultanı-Fatih Sultan Mehmed-
                Mustafa Armağan/Timaş Yayınları

Osmanlı'da Kültür ve Medeniyet-Ders Notları

tarih ders notları
Divan-ı Hümayun
           Devlet Teşkilatı
   
  1-Osmanlı kuruluştan itibaren monarşi ile yönetilmiştir.
  2-Yavuz Sultan Selim'den itibaren Osmanlı padişahları halife ünvanını almışlar ve böylece Osmanlı teokratik bir devlet haline gelmiştir.
  3-1876'da meclisin açılması ile Osmanlı meşrutiyet rejimine geçmiştir.
  4-Padişahların erkek çocuklarına şehzade,onları yetiştirmekle görevli tecrübeli devlet adamlarına ise lala denirdi.

  5-Kanunname-i Âli Osman (Fatih Kanunları):

 a)Daha çok kardeş katli yasası olarak bilinir.
 b)Şehzadelere sancağa çıkma zorunluluğu getirilmiştir.
 c)Veraset sistemine son verilmiştir.
 d)Osmanlı'nın ilk yazılı kanunlarıdır.

  6-Ekber Erşed Yasası

 a)I.Ahmet tarafından çıkarılmıştır
 b)En yaşlı ve en akıllının tahta geçmesi kuralıdır.
 c)Olumlu yönü taht kavgalarını bitirmiş olmasıdır.
 d)Olumsuz yönü sancağa çıkmanın kaldırılıp yerine kafes üsulunün getirilmesidir.Bu nedenle tecrübesiz kişiler tahta geçmiştir.

   Divan-ı Hümayun

  1-Osmanlı'nın en yüksek yönetim ve yargı organıdır.
  2-Günümüzdeki bakanlar kuruluna benzer.
  3-Kararlarda son söz padişahındır.Bu nedenle bir danışma meclisi özelliğindedir.
  4-Fatihe kadar padişahlar,fatihten sonra ise veziriazamlar başkanlık yapmıştır.
  5-II.Mahmut döneminde kaldırılarak yerine Batı tarzında nazırlıklar (bakanlıklar) kurulmuştur.

  6-Divan Çeşitleri:

 a)Arz Divanı:Divan-ı Hümayun'da alınan kararların padişaha sunulması sırasında yapılan toplantıdır.
 b)Galebe Divanı:Padişahların elçilerle görüşmesi sırasında yapılan toplantıdır.
 c)Ayak Divanı:Padişahın askeri ve halkla görüşmesi sırasında yapılan toplantıdır.




Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi-Ders Notları

tarih ders notları
Osmanlı Askerleri
   Osmanlı Devleti(1300-1 Kasım 1922)
   
 1-Osmanlı Oğuzların Bozok Kolu'nun Kayı Boyundandır.
 2-Osmanlı Hanedanı dünyada en uzun hüküm süren hanedanlıktır.
 3-Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubad Osmanlı'ya Ankara Karacadağ bölgesini vermiştir.
 4-Osmanlı önce Anadolu Selçuklularla daha sonra da Moğol İlhanlı devletine bağlanmıştır.
 5-Osmanlı kurulduğu sırada:
a)Karadenizin üst tarafında bulunan Altın Orda Devlet'ini Timur yıkmış ve bu durumda Rusların güçlenmesine neden olmuştur.
b)Güneydoğu Anadolu,Suriye ve Mısır Memlüklerin hakimiyetindedir. 

   Kuruluş Dönemi(1300-1453)

   Osmanlı'nın Hızlı Büyüme Sebepleri:

 1-Yöneticilerin yetenekli olması.
 2-Merkezi otoritenin güçlü olması.
 3-Osmanlı'nın bir uç beyliği olması.(Coğrafi konum)
 4-Gaza ve cihat etme politikası.
 5-Türkmenlerin Anadolu'ya göçleri.
 6-Beylikler arası savaşlara katılmaması.
 7-Ahi Teşkilatı'nın çalışmaları.
 8-Tekfurların (Bizans Valileri) Bizans halkına kötü davranması.
 9-İstimalet (Hoşgörü) Politikası
10-Anadolu'nun,Balkanların ve Bizans'ın karışıklık içinde olması.
11-Avrupa'daki 'Yüzyıl Savaşları'
12-İskan Politikası:Özellikle Rumeli'de fethedilen yerlere Türklerin yerleştirilmesidir.Böylece hem o bölgenin Türkleşmesi ve Müslümanlaşması sağlanmış hem de kalıcılık gerçekleimiştir.İlk defa Orhan Bey döneminde uygulanmıştır.

Kösem Sultan

muhteşem yüzyıl kösem sultan
Kösem Sultan
    Osmanlı padişahlarından I. Ahmed'in eşi, padişah IV. Murad ve I. İbrahim'in annesidir. 1590 yılında Bosna'da doğduğu rivayet edilmiştir. Kösem Sultan'ın IV. Murad ve I. İbrahim dışında Süleyman ve Kasım adında 2 erkek evladı,  Ayşe, Gevherhan, Fatma ve Hanzade Sultan adlarında 4 kız evladı vardır.
    Kösem Sultan'ın asıl adının Anastasya olduğu ve Bosna Beylerbeyi tarafından İstanbul'a gönderildiği rivayet edilir. Ortodoks rahibinin kızı olan Kösem Sultan; güzelliğinin, zarafetinin dışında hayrat işlerinde de öncülük etmiştir. Saltanat sahibi kadınlar arasında en ihtiraslı kadın olarak bilinmektedir. Hasekiliği döneminde kendisine Kösem; "Sürüler önünde, rehber olarak yürüyen." denilmiştir. Kösem Sultan hayatı boyunca hayır işlerine çok önem vermiştir. Yoksullara ve kimsesizlere yaptığı maddi yardımlar dışında İstanbul'a birçok cami ve medrese yaptırmıştır. Bu yardımlar içerisinde en çok bilinenlerinden bazıları ; Üsküdar’daki Çinili Camii, Boğaziçi’nde Anadolu Kavağı, Sultan Selim civarında Valide Medresesi Mescidi'dir.
    Kösem Sultan henüz 15 yaşında iken I. Ahmed'e Haseki olmuştur. Güzelliği ve zekası ile dikkat çeken Kösem Sultan kısa sürede eski Hasekilerin önüne geçmeyi başararak I. Ahmed'in en gözde Hasekisi olmayı başarmıştır.
    Kocası öldükten sonra tahta çıkan Sultan I. Mustafa'nın tahttan indirilmesinde etkili olduğu rivayet edilen Kösem Sultan, Sultan II. Osman tarafından Eski Saray'a gönderilmiştir. Devlet içerisinde gücünü korumayı başaran Kösem Sultan oğlu IV. Murad'ı henüz 11 yaşında iken tahta çıkarmayı başarmıştır. Sultan IV. Murad döneminde devlet yönetiminde oldukça etkili olan Kösem Sultan IV. Murad'ın genç yaşta ölmesinden sonra yerine oğlu I. İbrahim'i tahta çıkarmayı başarmıştır.
    Kösem Sultan 2 Eylül 1651 yılında iktidar mücadelesi içerisine girdiği Turhan Valide Sultan tarafından Saray odasında boğularak öldürülmüştür. Kösem Sultan'ın cenazesi kocası tarafından yaptırılan Sultan Ahmet Camisinde bulunan I. Ahmed türbesine gömülmüştür.  

  Not:2015 yılında "Muhteşem Yüzyıl 'Kösem'" isimli televizyon dizisi ile bu karakteri karşımızda göreceğiz.

Pasarofça Antlaşması

pasarofça antlaşması
Damat İbrahim Paşa
   Avusturya Karlofça Antlaşması gereğince Mora'nın Venediklilere geri verilmesini istemesi üzerine,Avusturya'ya savaş açıldı.O sıralar Damat Silahtar Ali Paşa Osmanlı birlikleri ile Macaristan'a girdi.
   Petrovaradin Muharebesi'nde Avusturya ordusu Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğrattı ve Sadrazam Silahtar Ali Paşa şehit düştü.(5 Ağustos 1716)Bu yenilgiden sonra Belgrad 18 Ağustos 1717 tarihinde düşman kuvvetlerinin eline geçti.Silahtar Ali Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirilen Damat İbrahim Paşa düşamana barış teklif etti.
   İmzalanan Pasarofça Antlaşması'na göre Belgrad,yukarı Sırbistan ve Banat yaylası Avusturya'ya,Bosna,Dalmaçya ve Arnavutluk kıyıları Venedik'e verildi,Mora Yarımadası Osmanlılarda kaldı.(1 Temmuz 1718)

Varna Savaşı

  
Varna Savaşı resimleri
Varna Savaşı
   İslam Alemi'nin huzuru için ve İslam düşmanlarına haddini bildirmek için büyük gayret göstermiş,bu gayretiyle muvaffak ve muzaffer olmuş Padişah II.Murad,bu çalışmalar neticesinde yorulduğunu ileri sürerek oğlu II.Mehmet'i tahta oturtarak kendisi Manisa'da istirahata çekilmişti.Sultan Mehmet,Ağustos 1444'te tahta ilk oturuşunda 12 yaşında bulunmaktaydı.

   Osmanlı tahtına küçük bir çocuğun oturduğunu duyan Osmanlı düşmanları ümitlenmişlerdi.Karaman Hükümdarı İbrahim Bey,Macaristan ve Lehistan kralı Ladislas'a bir mektup yazarak,padişah'ın yorulduğunu tahta Manisa Sancak Bey'i olan 12 yaşındaki oğluna bıraktığını,Osmanlıları mağlup etmek için beklenen fırsatın geldiğini söylemişti.Macar kralı Ladislas nasıl anlaşmaya bozarım diye düşünüyordu,çünkü Osmanlı Devleti ile 10 yıllık barış antlaşması imzalamıştı.Fakat Haçlı ahlakı ortaya çıkarak(!) Macar kralının imdadına yetişir.. Papa'nın vekili Kardinal Jülyen Sezerini "Hıristiyan olmayanlara karşı verilen sözü tutmakta mecburiyet yoktur." demiştir.Böylelikle 4 Ağustos 1444'te Edirne-Segedin Antlaşması bozulmuştur.

   1 Eylül 1444'te Segedin'den hareket eden Haçlı ordusu 16 Eylül'de Orsova'ya gelmişti.Burada beş gün kaldıktan sonra 20 Eylül'De Orsova'dan hareket etmişti.Tuna'yı geçtikten sonra 14 Ekim 1444'te Niğbolu önlerine geldi.Kaleyi Mehmed Bey kumandasında bir avuç Osmanlı askeri müdafaa etmekteydi.

   Haçlılar günlerce devam eden hücumlarına rağmen kaleyi ele geçiremediler.Mehmed Bey sık sık düşman saflarına yıldırım gibi atılmakta,düşman saflarını karıştırıp darmadağın ettikten sonra haçlı esirleriyle geri dönmekteydi.Niğbolu Kalesi'ni bir türlü zaptedememişlerdi.Hünyadi Yanoş kale önünde daha fazla kalmayı münasip görmeyerek ileri harekata devam edilmesini istemişti.

   Bu olaylar sırasında Sultan Mehmed babasına tarihi bir mektup göndererek şöyle der: "Saltanat kendilerine ait ise def'i a'daya mübaşeretleri farz-ı ayındır.Yok eğer bu canibe ait ise ulülemre itaat lüzumu zamîr-i müzmirlerinin malûmudur."

   Daha net ifadeyle Sultan Mehmed: "Eğer padişah biz isek size emrediyoruz,gelip ordunuzun başına geçin;yok siz iseniz,gelip devletinizi müdafaa edin!" diyordu.Bu mektup üzerine II.Murad Manisa'dan 40 bin askerle Edirne doğru hareket etti.Edirne'de Rumeli dolaylarındaki kuvvetlerin de Osmanlı ordusuna katılması üzerine Osmanlı ordusu hızla Haçlıların üzerine yürüdü.

   10 Kasım 1444 günü iki ordu karşı karşıya savaş nizamına girmişlerdi.

   Osmanlı ordusunun sağ cenahında Turhan Bey kumanda etmekteydi.Rumeli askeri bu cenahta yer almıştı.Sol cenahı Akıncılar ve Azaplar tutmaktaydı.Merkezde Anadolu askerleri vardı.Bu askerlere Karaca Paşa kumanda etmekteydi.Yeniçeriler ve Sipahiler ordunun üçüncü hattını teşkil etmekteydi.Sultan II.Murad merkezden tüm orduyu idare etmekteydi.Ordunun en önünde bir asker,mızrağın ucuna geçirilmiş Segedin sulh antlaşmasını taşımaktaydı.Haçlıların yaptığı ahmaklık ve döneklik yüzlerine vurulmuş oluyordu.

   Savaş Haçlı ordusunun taarruzu ile başladı.Hünyadi Yanoş Osmanlı ordusunun sağ kanadına hücum etti.Sağ kanat bu ani hücum üzerine bozulmuştu.Macar kralı Ladislas da merkeze saldırdı.Sultan II.Murad sol cenahın da geri çekilmesini emretmişti.Sultan Murad yerinde sebat ediyor,kuvvetleriyle birlikte bir adım bile geri çekilmiyordu.Muharebenin en kızgın anında Timurtaş adlı bir yeniçeri kral Ladislas'ın atının ayağını kesti,yere düşen kralın başını ise Yayabaşı Hızır Ağa kesmişti.Daha sonra kesilen baş Edirne Segedin antlaşması metni ile birlikte mızrağa geçirildi.Bu manzarayı gören Macarlar ve Ulahlar telaşla kaçmaya başladı.Kaçanların bir kısmı Tuna'da boğulmuştu.Haçlıların kumandanı Hünyadi Yanoş kaçarak kurtulmuştu.Kesin zafer Osmanlı Devletinindi...
Binlerce Haçlı esir alınmıştı.

   Bu kazanılan zaferden dolayı İslam aleminde büyük sevinç yaşandı.Abbasi Sultanı Çakmak Han Osmanlılara şu sözü söylüyordu "Allah yardımcın olsun Osmanoğlu!"

   Bu zafer,Bizans'ın 9 yıl sonraki âkıbetini de belli etmişti.Ve Bizans,Sultan Mehmed Han'ın yumruğu karşısında gücünden çok şey kaybetmiştir.

Preveze Deniz Savaşı

Preveze Deniz Savaşı
Preveze Deniz Savaşı
   Üç kıtaya yayılan muhteşem Devletin denizdeki hakimiyetini Preveze zaferi tamamlamış ve denizlerdeki en güçlü ve büyük devletin Devlet-i Aliyye Osmanlı olduğu Ehl-i Sâlip'e muzaffer bir zaferle tasdik edilmiştir.

   On altıncı asırdayız Osmanlı Devleti karada zaferlere koşarken,Donanma-yı Hûmâyun da Ege ve Akdeniz'de parlak zaferler kazanmaktaydı Hint Okyanusunu'da unutmayalım.Osmanlı Devleti dünya tarihindeki kaptanların en ustası Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa idaresinden düşman kıyılarında tayfun gibi esiyor,önüne çıkan düşman donanmasını perişan ediyordu.

   Tarih 1538'i gösterdiğinde Haçlı Dünyası,karada alt edemedikleri Osmanlı'yı denizlerden silip süpürmek ve Osmanlı kıyılarını alt üst etmek için bir araya gelmişti.Küçük haçlı ülkeleri yanında Müslümanlar üzerine açılacak sefere iştarak eden devletler:İspanya,Almanya,Venedik,Portekiz,Ceneviz,Malta,Floransa..
Bu seferin organizesini yapan ise Osmanlı Devleti'nden en fazla darbe yiyen Charles Quint yapmaktaydı.Bütün haçlı ülkelerinin iştarakiyle teşekkül eden irili ufaklı 600 parçadan müteşekkil donanmaya Andrea Doria kumandan tayin edilmişti.

   Bu kadar büyük donanmanın bir arada toplandığına şahit olan Haçlılar gurura kapılmışlardı.Kendilerinin mutlak galip olacaklarını sanıyorlardı.

   25 Eylül sabahı Haçlı Donanması Preveze önlerine gelmişti.Haçlı donanmasında,forsalardan hariç 60 bin asker ve 2500 top bulunmaktaydı.600 parçalık donanmanın 308 tanesi büyük harp gemisiydi.Bu gemilerin,80 kalyonu İspanya ve Portekiz Krallıklarına,30 kalyon ve 70 kadırga Venedik Cumhuriyetine,36 kadırga Papalık Devletine,10 kadırga Malta Şövalyelerine,1 kalyon ve 52 kadırga Genova Hükümetine,49 kalyon da muhtelif Hristiyan ülkelere aitti.

   Osmanlı Donanmasının ise bütün mevcudu 122 gemiden ibaretti,20 bin de levent bulunmaktaydı.

   25 Eylül günü Haçlı Donanması o ana kadar düşünemedikleri bir olayla yüz yüze geldiler.Arta körfezinden çıkan Osmanlı Donanması,hilal şeklindeki harp safını muhafaza ederek düşmanın üzerine doğru ilerlemekteydi.Ateş hattına girilince Barbaros "Ateş!" emrini verdi.Hiç ummadığı bir durumla karşılaşan Andrea Doria şaşırmıştı ve daha iyi pozisyon alabilmek için harp meydanından çekilme emrini vermişti.Ardından son sürat Korfu istikametine doğru çekildi.

   25 Eylül 1538 sabahı güneş doğarken iki büyük deniz filosu tekrar karşı karşıya geldi.

   Osmanlı donanması yine hilal şeklinde harp nizamına girmişti.Donanma-yı Hûmayunun Merkez kanadında Cezayir Beylerbeyi ve Kaptan-ı Derya,Barbaros Hayreddin Paşa kumanda ediyordu.Yanında oğlu Hasan ile manevi oğlu Hasan Reisler bulunmaktaydı.Sağ cenaha Salih Reis,sol cenaha ise Seydi Ali Reis kumanda etmekteydi.Turgut Reis donanmanın ardında ve ihtiyat kuvvetlerinin başındaydı.

   Osmanlı donanmasının hilal şeklinde harp nizamı almasına mukabil,düşman ordusu da borda nizamında ve birbirinin arkasında üç saf halinde dizilmişti.Başkumandan Andrea Doria idi.Yardımcıları,Papalık donanma kumandanı Marco Grimani ve Venedik donanma kumandanı Vicent Capello'ydu.

   Harp nizamına giren Osmanlı ile Haçlı donanması birbirlerine yaklaşırken rüzgar güneyden esmeye başladı,Bu Osmanlı Donanması'nın aleyhineydi.Bu durum devam ettiği müddetçe netice Osmanlı'nın aleyhine olabilirdi.Barbaros Hayreddin Paşa bu müşkil durumda Kainatın Sahibi Yüce Allah'a iltica etti.Allahu Teala'ya İslam ordusunu muzaffer etmesi yardım etmesi için dua etti.

   Büyük Serdar'ın bu duasının akabinde güneyden esen rüzgar birden bire kesiliverdi ve düşman donanması hareketsiz kaldı.Bu vaziyet karşısında avantajını kaybeden Andrea Doria ön saflardaki gemilerini ateş emrini verdi.Düşman toplarının namluları kısa olduğundan Osmanlı gemilerine isabet kaydedemiyordu.Aynı mesafeden ateş açacak olan Osmanlı topları da yüzde yüz isabet kaydedecekti.Düşmanın bu hücumundan sonra,gemilerde çalan,ceng havasıyla birlikte askerler hep birlikte tekbirlerle mukabil taarruza geçti.Preveze önlerini "Allah Allah" sadaları çınlatıyordu.Osmanlı donanması seri hareketlerle,yaklaşıp düşmanı bombardımana tutarak bazen de düşman ateşinden kaçmak için hızla uzaklaşarak mahirane bir şekilde savaşıyordu.

   Barbaros düşman saflarını yararken Turgut Reis de emrindeki gemilerle Haçlı donanmasının gerisine sarkarak düşmanı arkadan çevirmeye muvaffak olmuştu.Haçlı donanması adeta bir ateş çemberinin içine alınmıştı.Barbaros koca Haçlı donanmasıyla oyuncak gibi oynuyordu.

   Beş saat aralıksız savaşın neticesi belli oldu,zafer başta Allah'ın sonra Osmanlı Devletinindi.Muhteşem bir zafer kazanan Barbaros,kaçan düşmanın peşine takılsa da zifiri karanlık yüzünden Haçlı donanmasını yakalayamadı.

   Preveze zaferiyle Akdeniz bir Müslüman gölü haline gelmişti.Haçlılar karada olduğu gibi deniz de Müslümanların üstünlüğünü kabul etmiş oluyordu.

Osmanlı'da Dağılma Dönemi

   
Osmanlı'da Dağılma Dönemi
Osmanlı'da Dağılma Dönemi
   Osmanlı Devlet,Avrupa'daki devletlerin kendi aralarındaki çatışmalarından faydalanıp denge politikası izleyerek varlığını korumaya çalışmıştır.Osmanlı Avrupa'da çıkan isyanlardan ve Ruslarla süren uzun savaşlardan dolayı yorgun düşmüş ve iyice yıpranmış ve devlet yönetiminde ıslahata yönelik birkaç çalışma yapılmış ise de bu Osmanlı'ya pek başarı sağlamamıştır.

   Bu dönemde genel hatlarıyla Ayastefanos Antlaşması,Berlin Antlaşması,Sırp İsyanı(1804),Yunan İsyanı,Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması,Edirne Antlaşması,Mehmed Ali Paşa İsyanı,Tanzimat Fermanı(1839),Kırım Savaşı(1853-1856),93 Harbi,Osmanlı Yunan Savaşı(1897 Dömeke Savaşı),Trablusgarp Savaşı(1911-1912),Balkan Savaşları(1912-1913),I.Dünya Savaşı(1914-1918),Çanakkale Savaşları(1915-1916) ve nihayetinde saltanatın kaldırılması (1922) ile bu devirde sonuçlanmıştır.

Kıbrıs'ın Fethi

Kıbrıs fotoğrafları
Kıbrıs'ın Fethi
   1750 senesi başlarından beridir Divan-ı Hümayun'u meşgul eden mühim meselelerden biri,Venediklilerin Kıbrıs'ı üs olarak kullanarak Akdeniz'de yaptıkları korsanlıklar olmuştur.

   Venedik gemileri,Akdeniz'den geçiş yapan Müslümanların gemilerini taciz etmekte,hacıları taşıyan gemilere dahi saldırmaktan çekinmeyerek hacı namzetlerini kılıçtan geçirmektedirler.

   İçlerinde Mısır Defterdarının bulunduğu Osmanlı ticaret gemisinin Venediklilerin tacizine uğrayıp gemidekilerin esir alınışı bardağı taşıran son damla olmuştur.

   Kanuni'nin oğlu Sultan II.Selim Divandan Kıbrıs seferine karar çıkışından sonra Devletin bütün imkânlarını bu sefer için harcamıştı.400 parçalık Donanma-yı Hümayun kısa zamanda Kıbrıs Seferi için hazırlandı.Donanmaya Kaptan-ı Derya Müezzin-zâde Ali Paşa,orduya Serdar Lala Mustafa Paşa kumanda ediyordu.

   Şanlı Donanma 15 Mayıs 1570'te halkın coşkulu tezahüratı arasında İstanbul'dan ayrıldı.Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs üzerine sefere geldiğini öğrenen Venedikliler Avrupa'daki kardeşlerinden yardım istemişi.Avrupa ülkeleri yardımı geri çevirmemiş ve 204 parçalık bir Hristiyan donanması Girit'te toplanmıştı.İspanya,Malta,Papalık ve Ceneviz de Venedik'in imdadına koşmuştur.Böylece Venediklilerin toplam ordusu 16 bin kara,36 bin deniz askeri ve 1300 toptan oluşuyordu.

   Osmanlı ordusunun mevcudu 100 bin civarındaydı.Orduda tecrübeli kumandanlar vardı.Anadolu Beylerbeyi İskender Paşa,Halep Beylerbeyi Derviş Paşa,Karaman Beylerbeyi Behrâm Paşa ve Dulkadir Beylerbeyi Mustafa Paşa da askerleriyle birlikte orduda yer almışlardı.

   Osmanlı gemileri 1 Temmuz 1570'te Limasol Limanına demir atmış 2 Temmuz'da da karaya asker çıkartmıştı.

   Liftari Kalesi karşı koymadan teslim oldu,9 Temmuz'da Girne limanı ele geçirildi,22 Temmuz'da kalesi ve nüfusuyla mühim olan Lefkoşe muhasara edildi.

   Lefkoşe 49 gün boyunca "Allah Allah" tekbirleriyle çınladı.Her gün tazelenen hücumdan ayrı olarak üç önemli hücum yapılmış ve nihayet 9 Eylül 1570'te fethedildi.Fetihten sonra Lefkoşe'nin kilisesi camiye çevrildi ve Sultan II.Selim Han adına hutbe okutuldu.

   Fetihin tamamlanabilmesi için Magaso'nın fethedilmesi gerekiyordu.Magaso kalesi çok muhkem bir kaleydi.Etrafı derin hendeklerle çevrili kalede 7 bin asker ve 75 top vardı.30 Temmuz'a kadar altı umumi taarruz yapılmış ve Magaso'nın düşmesi an meselesi olmuştu.Venediklilere "teslim ol" çağrısı yapıldı.Venedikliler teslim olmaya karar vermişlerdi.

   1 Ağustos 1571'de Magaso Kalesi'nin teslim alınmasıyla Kıbrıs'ın Fethi tamamlanmış oluyordu.123 ay devam eden çetin mücadelenin semeresi alınmıştır.

Osmanlı'da Gerileme Dönemi

   
Osmanlı'da Gerileme Dönemi
Osmanlı'da Gerileme Dönemi
   Osmanlı Devleti'nde Karlofça Antlaşması'ndan (1699) başlayarak,Yaş Antlaşmasına kadar (1792) geçen süreye genel itibariyle 'Gerileme Dönemi'denmektedir.Bu dönemin bitimine doğru Avrupa'lılar Osmanlı İmparatorluğu'na "Hasta Adam" lakabını vermiştir.Çünkü bu dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu,büyük oranda topraklarını kaybetmiştir.

   Bu dönemde Karlofça ve İstanbul Antlaşması'yla kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları koruyup kollamak amacıyla batıda Venedik ve Avusturya,kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır.Bu savaşlar Osmanlı'nın yıpranmasına da neden olmuştur.

   Bu yüzyılda Avrupa'dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması'ndan itibaren kabul edilmiş,yapılan yeniliklerde Avrupa örnek alınmıştır.

   Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile imzalanan Karlofça Antlaşması,Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşlarını bitirmiştir.Karlofça Antlaşması,Osmanlı'nın toprağını kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra Osmanlı'nın hızlı bir şekilde gerileme dönemi başlamıştır.Papa tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Almanya İmparatorluğu,Avusturya Arşidüklüğü,Rus Çarlığı,Malta Sen Jean Şövalyeleri Tarikati,Polonya Krallığı ve Venediklilerden oluşan bu ittifak ile uzun süren savaşlardan sonunda yorulan Osmanlı İmparatorluğu,Banat ve Temeşvar hariç,bütün Macaristan ve Erdel Beyliği Avusturya'ya,Ukrayna ve Podolya Lehistan'a Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere bırakmak zorunda kalmıştır.

   Osmanlı İmparatorluğu kaybettiği toprakları geri alıp,Avrupa'da tekrar tutunmayı ve gücünü korumayı amaçlamıştır.Ancak bir süre sonra bu amacına ulaşamayacağına anlayınca elindeki toprakları koruma politikasını uygulamıştır.

Osmanlı'da Duraklama Dönemi

   
Osmanlı'da Duraklama Dönemi
Osmanlı'da Duraklama Dönemi
   Osmanlı'da Duraklama Dönemi Sokullu Mehmed Paşa'nın vefat etmesiyle başladığı kabul edilir.Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu,devlet yönetiminde otorite sarsılmış,halkın devlete olan güvene de iyice sarsılmış ve bu olaylar sonucu iç isyanlar çıkmıştır.Özellikle yeniçerileriler padişaha karşı gelmekteydi ve yeniçerilerde 'Ocak,devlet içindir.' anlayışı yerine 'Devlet,ocak içindir.' anlayışı gelişmiştir.

   Avusturya ve İran seferleri sonucunda oluşan ekonomik sıkıntı,tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki bunalımlar ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucunda Osmanlı Devleti duraklama sürecine girmiştir.Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi,sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşişi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı Devleti'nin ekonomisini yıpratmıştır.

   Celali ayaklanmaları,Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş,ağır vergilerden dolayı ya da "Büyük Kaçgun" sırasında yerlerinde olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçmiştir.Vergilerden dolayı borca giren köylüler,ektikleri biçtikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar.

   Osmanlı toprak düzeninin en önemli parçası olan "Tımar" sistemi bozuldu.Büyük nufüs hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler başladı.Tarımsal üretim şiddetli şekilde geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı.On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı.Eğitimin (ilmiye) bozulması da Osmanlıyı geriletmiştir.Avrupa'daki gelişmeleri Osmanlı'nın takip etmemesi Osmanlı için dezavantaj olmuştur.Osmanlı Devleti'nin eğitim sisteminin bozulmasının nedeni Beşik Ulemalığı denilen sistemden de kaynaklanmıştır.Bu sisteme göre müderrislerin (öğretmen) yeni doğan çocukları doğduğu andan itibaren medrese öğretmeni sayılıyordu.

Osmanlı'da Yükselme Dönemi

   

Osmanlı'da Yükselme Dönemi
Osmanlı'da Yükselme Dönemi
   Osmanlı İmparatorluğu Yükselme Devri veya Olgunluk Dönemi 29 Mayıs 1453 ile 11/12 Eylül 1683 arasındaki zamanları kapsar.Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş Döne
minden sonra geldiği kabul edilen bir dönemdir.
   İstanbul'un fethinden sonra başladığı kabul edilen yükselme döneminin çoğu tarihçilere göre II.Viyana Kuşatması'na kadar sürdüğü kabul edilir.Katip Çelebi,imparatorluğun yükselme döneminin 1593'te Celalilerin ortaya çıkmasına kadar sürdüğünü belirtirken,Naima 1683'teki Viyana Bozgununu bu dönemin bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak ilan ediyor.

   Naima'nın İbn-i Haldun'un tarih anlayışına göre yapmış olduğu bu bölümlendirme sonraki dönemdeki bir çok Osmanlı tarihçileri tarafından da benimsenmiştir.İmparatorluk bu dönemde Kuzey Afrika'ya yayılmış,Doğu Avrupa'nın önemli kısımlarını zapt etmiş,o büyük Viyana kapılarına dayanmıştır.Doğuda ise tekrardan ortaya çıkan Safevi Devleti ile mücadele etmiştir.

Yükselme devrinde gerçekleşen önemli olaylar;

-İstanbul'un Fethi (1453)
-Ortodoks Kilisesi himaye altına alındı.(1453)
-Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ açıldı.(1453)
-Karamanoğulları Beyliği ortadan kaldırıldı.
-Mora Despotluğu ve Trabzon Rum İmparatorluğuna son verildi.
-Akkoyunlu Uzun Hasan Otlukbeli Savaşında mağlup edildi.
-Girit hariç Ege'deki tüm Venedik hakimiyeti sona erdi.
-Kefe,Sudak,Kırım Osmanlı himayesine girdi.
-Hersek,Kil ve Akkerman Osmanlı topraklarına katıldı.
-Modon,İnebahtı,Koron ve Navarin Osmanlı topraklarına katıldı.
-Osmanlı'ya karşı Safeviler tarafından Şahkulu isyanı çıkarıldı.
-Çaldıran Savaşı(1514) kazanıldı.
-Mercidabık(1516) ve Ridaniye(1517) Savaşının galibi olunarak Mısır ve Filistin Osmanlı himayesine girdi.Memlûk Devleti tarihe karıştı.
-Hicaz alındı,Hz.Peygamberin (sav) Kutsal Emanetleri İstanbul'a getirtildi,hilafet Osmanlı Hanedanı'na geçti.
-Mohaç Savaşı(1526) kazanıldı.
-Nice(1543) ve Korsika(1553) kuşatmaları kazanıldı.
-Viyana kuşatıldı ancak başarısız olundu.

Osmanlı'da Kuruluş Dönemi

Osmanlı'da Kuruluş Dönemi
Osmanlı'da Kuruluş Dönemi
   1299 yılına geldiği vakit o zamanlar Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti çöküş süreci içerisindeydi.Bu yıllarda Osman Bey,arkadaşları ile Bilecik,Yarhisar ve İnegöl dolayları fethetti.Yenişehir fethedildi.Osmanlı Beyliği tarih 1299'u gösterdiği vakit resmen kuruldu.1302'de Bizans İmparatoru ve beraberindeki kuvvetler Osman Bey'i durdurmak için yola koyuldu.Osman Bey Bizans İmparatorluğu ile ilk savaşı olarak kabul edilen Koyunhisar savaşının galibi oldu.

   1326'da Osman Bey,Bursa şehrini kuşattı.Fakat kendisinin rahatsızlanması üzerine bu kuşatmanın kumandanı olarak Orhan Bey devam etti.Aynı yıl Bursa fethedildi ve başkent yapıldı.Döneminde kendi adına para bastırarak beyliği devlet haline getirdi.1329 tarihinde III.Andronikos'un başına bulunduğu Bizans ordusu ile Maltepe Savaşı'nı kazandı.1331'de İznik,1337'de İzmit'i ele geçirdi.Kendisinin döneminde devletin sınırları komşu Türk beyliklerinin toplarına doğru genişlemeye başladı.

   1345'te Karesioğulları Osmanlı Beyliği'nin egemenliği altına girdi.Bu sayede Osmanlı hem beyliğin donanmasından hem de Rumeli geçişlerine için alınması gereken önemi büyük yerlere sahip oldu.O,vakitte tah kavgaları ile meşgul olan Bizans yöneticilerinden Kantakuzen'e isteği üzerine yardım gönderen Orhan Bey,yardımının karşılığı olarak Gelibolu Yarımadasında bulunan Çipme Kalesi'nin sahibi oldu.Çimpe Kalesi'nin ele geçirilmesi ile Osmanlı Devleti,ilk rumeli toprağını kazandı.

   Bu olaylardan sonra gerçekleşen olaylar;

-I.Kosava Zaferi
-Niğbolu Zaferi
-Ankara Savaşı(Fetret Dönemi)
-Venediklilerle yapılan ilk savaş(Kaybedildi)
-Aydınoğulları,Germiyanoğulları,Menteşeoğulları ve Tekeoğulları Osmanlı egemenliği altına girdi.
-Macarlar ile Edirne-Segedin antlaşması imzalandı.
-Varna Zaferi
-II.Kosava Zaferi



Pasinler Savaşı

   Pasinler Savaşı
Pasinler Zaferi
Pasinler Savaşı
   
   Günlerden bir gün Sultan Tuğrul Bey,Anadolu'daki akıncı birliklerini kuvvetlendirip birleştirerek,Erzuruma doğru yola koyuldu.Bu olay üzerine Kutalmış Bey ve İbrahim Yınal Bey kuvvetlerini birleştirerek o devrin büyük şehirlerinden biri olan Erzuruma üzerine yürüdüler.

   İki yüz bine yakın nüfusuyla Erzurum,çok sayıda Ermeni ve Bizans birlikleri ile korunmaktaydı.Çok sağlam ve dayanıklı bir kalesi vardı.Selçuklu ordusunun üzerlerine doğru geldiği haberini alınca bu kaleyi sığınmayı doğru buldular.Fakat Selçuklu kumandanları kaleyi kuşattıkları vakit,çok fazla zayiat vereceklerini düşündüler.Düşmana meydan muharebesinde teklifinde bulundular.Sayıca kalabalık oluşuna güvenen düşman bu teklifi geri çevirmedi ve kabul etti.Pasin ovasında savaş kararı çoktan verilmişti.

   18 Eylül 1049'da iki taraf karşı karşıya geldi.Selçuklu ordusu bu savaşın kendileri için ne kadar değerli ve mühim olduğunu çok iyi biliyordu.Zaferi kazandıkları vakit Anadolu'nun kapısı Türklere açılacak ve böylece ebedî vatana kavuşmuş olacaklardı.Lakin yenilmeleri halinde ise işler çok daha zor olacak düşman birlikleri ilerleyecek hatta ve hatta toplarını bile kaybedeceklerdi.

   Bütün Selçuklu askerleri namazdan sonra Cenab-ı Hakka zafer ihsan etmesi için kitleler halinde duada bulundu.Şehidlik mertebesine erinceye kadar vuruşacaklarına dair birbirlerine ahdettiler.Birbirleriyle helalleştiler.

   Selçuklu ordusu,"Bismillah,Allahu Ekber,Hucüm!" emriyle birlikte üç koldan yıldırımı andıran bir hızlı düşmanın üzerine atıldı.Öyle bir hücum idi ki Bizans ordusu o zamana kadar ne böyle hücum görmüşdü,ne de işitmişti.Pasinler ovası adeta "Allah,Allah!" nidası ile çınlıyordu.Selçuklu ordusunda "Allah için vurun!" nâraları askeri şevke getiriyor vuruyor,vuruyorlardı.Çok geçmeden Bizans ordusunun merkezinde çözülmeler başladı.Durumu gören Kutalmış Bey, "Düşman yıldı koman aslnalarım" diyerek ön saflara doğru atıldı.İbrahim Bey ise yiğit askerleriyle birlikte düşman hatlarının gerisine sarkıp Bizans ordusunu çember içine aldı.

   Düşman savaştan çok kaçmanın yolunu arıyordu,fakat kaçamayanlar ise çoktan teslim oluyordu.Düşman kumandanı Liparit esir edildikten sonra Bizans askerleri tamamen savaşı bıraktı ve teslim oldular.Teslim olan generaller arasında tanınmış Aron ve Katakolon da vardı.

   Bu büyük muharebede zafer İslâm'ın olmuştu.!

   Pasinler Zaferi'yle,on beş araba dolusu ganimet ele geçirilmiş, ayrıca yüz bine yakın esir alınmıştı.Pasinler zaferi Selçuklu Devleti'nin gücünü Bizans'a ve bütün dünyaya göstermiş oldu.

   

Attila Han Kimdir?

Atilla Han
Attila Han
   Avrupa Hun İmparatorluğu’nun hükümdarı Attila, (Atilla ismiyle de geçmektedir), 395-453 seneleri arasında yaşamıştır. Attila’nın Hükümdarlık yaptığı yıllardaki fiziksel yapısının, “kısa boylu, geniş göğüslü, küçük gözlü, yassı burunlu ve ince gri sakallı ve bronz tenli” olduğu anlatılmaktadır.
   Gündüzleri bozkırda ve nehir kenarında odun, taş ve benzeri eşyaları taşıyıp güç kazanıyordu. Akşamları çadırda babası Boncuk han tarafından latince dersleri alıyordu. Babası vefat edince kardeşi Bleda ile yolları ayrıldı. Amcası Attila kol kanat gerdi ve kavimler göçüne katıldı amcası Rua ile. Batı Romayla Hunlular iş birliğindeydi. Bu nedenle Batı Romaya gitti ve lejyonerlerle eğitim aldı. Sık sık kolezyumda dövüşen Gladyatörleri izlemeye gidiyordu.
   Bu esnada ileride kendine rakip olacak olan Gladius  Aetus ile tanışır. 434 yılında Hun imparatoru ve Amcası ölünce imparatorluğu kardeşi Bleda ile  idare etmeye başladılar. İlşk eşi Nakara ile evlenir. Eşi  Nakara doğum esnasında ölür fakat erkek bebek sağlıklı doğar. Attila ilk iş olarak Burgutlar devletine 64 000 askerle saldırır ve krallarını öldürür.  Atilla Hanın Roma imparatorluğuna saldırı fikrini kardeşi Bleda karşı çıkar, kısa süre sonra Bleda çadırında sırtına hançerle ölü bulunur. Bu cinayeti kimin işlediği sonsuza dek sır kaldı. batı  Roma impartorluğunu velihatı 3 uncu Valentinus kız kardeşi Augusto Honoria Çılgın deli lakaplı Atilla nişan yüzüğünü göndermişti. Avrupa Büyük Hun Devleti  Kralı Atilla Bu yüzüğü Batı Romaya karşı kullanmak için sakladı. III Valentinus kısa süre sonra tahta geçer. Atilla Nişan yüzüğünü Kral Valentinus gönderir.  Nişanlısı Honoria ve nişan armağaını olarak Batı Roma imparatorluğunun yarısını istemektedir. Bu teklif red edildi ve savaş sinyallari verildi.
   Hun İmparatoru Roma imparatorluğuna saldırmak için karpat,iskandinav,kırım en iyi savaşçılarını topladı.Roma Komutanı Aetus Atillanın ordusunu nasıl durduracağını biliyordu planlar yaptı ve bu orduyu yorması gerekmekteydi. Aetus Atilla ve ordusunu önce Strasbourg(Strazburg) şehrine çekti göster kaç taktiğiyle Köln şehrine kadar çekti ve en son paris şehrinede doğru kaçtı. Ovada 2 ordu çarpışmaya başladı. Baltalar oklar,dikenli topuzlar, mızraklarla savaş şiddetli bir şekilde geçiyordu. Savaş bitti Aetus geri çekildi. Ovada 400 000 bin ceset vardı. Atilla Han Aetusu takip etmek yerine İtalyaya saldırmayı düşündü. Araya giren Papa Büyük Leon Roma ve hun devletlerini barış sağladı. Atilla Budine geri döndü. 2 yıl sonra Germen soylusu birinin kızı ile evlendi. Düğün sonrası gerdek gecesinde burnundan kan gelmiş şekilde ölü bulundu(453). 

   Ölümünün ardından tartışılmaya devam edilen Attila, Avrupalılar tarafından barbar olarak görülse de, Macar halkı ve Türk tarihi açısından bir kahraman olarak nitelenmektedir. Ancak Attila, nasıl anılırsa anılsın, bugünkü orta Avrupa görüntüsüne, görkemli yapılara, göçlere, savaşlara, akınlara, istilalara neden olarak, tarihe damga vuran büyük imparatorlar arasındaki yerini almıştır.

Avrupa Hun Devleti

Avrupa Hun Devleti
Avrupa Hun Devleti
   Kuzey Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra, önce Aral Gölü çevresi,sonra Ural ve Volga ırmakları arasına yerleşen Hunlar, 4. yüzyıl ortalarında tekrar batıya doğru göçe başladılar. Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında yaşayan Alanların topraklarını ele geçirdiler. Balamir’in yönetimindeki Hunlar, 375 yılında Avrupa’ya doğru ilerlediler. Bu sırada Karadeniz’in kuzeyinde ve Doğu Avrupa’da Gotlar, Gepitler ve Vandallar gibi Germen kavimleri yaşamaktaydı. Bu Germen kavimlerinin dışında aynı bölgelerde daha başka Doğu Germen kavimleri ile Slav ve İran kökenli çeşitli kavimlerde yaşamaktaydı.
Böylece Hunların harekete geçtiği bu kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak batıya doğru yaptıkları akınlar, büyük bir kavimler hareketını başlatmış oluyordu. Avrupa’nın bugünkü etnik yapısının oluşmasında büyük oranda etkisi olan Hunların neden olduğu bu kavimlerin hareketine Kavimler Göçü adı verilmektedir (375). Büyük Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Çin, Asya’da tek güçlü devlet olarak kaldı. Çin egemenliği altında yaşayan Hun boyları, 4. yüzyılda Çin’de çıkan karışıklıklardan yararlandılar. Bunun sonucu olarak yeni Hun devletleri kurdular. Bunların en önemlileri, Kuzey Liang ve Tabgaç (To-pa) devletleridir.

   Hunlar, 378 yılında ilk kez Tuna nehrini geçtiler ve Roma İmparatorluğu'ndan bir direniş görmeden Trakya'ya kadar ilerlediler. Hunların Macaristan içlerine kadar uzanan akınları karşısında tutunamayan barbar kavimler, Roma İmparatorluğu sınırlarını zorlamaya başladılar.Roma imparatoru I. Theodosius'un 395 yılında ölmesi üzerine, Hunlar, yeniden harekete geçtiler. Bu tarihlerde Hunların ağırlık merkezi, Hazar denizi ile Volga dolaylarıydı. İki cepheden hareket eden Hunların bir kısmı Balkanlardan Trakya'ya inerken, diğer bir kısmı da Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya girdiler. Anadolu'ya giren Hunlar, Çukurova ve Suriye'de bir süre kaldıktan sonra tekrar Karadeniz'in kuzeyindeki topraklara döndüler (395-396).

   Balamir'den sonra başa geçen Uldız zamanında Hunlar, Karpat dağlarını aştılar ve Macaristan'a girdiler.

   Macaristan’da devleti kurdu.

   Hun Devleti'nin dış siyaseti, Uldız zamanında belirlendi.

   Avrupa Hun Devleti’nin Dış Siyaseti : Buna göre, Doğu Roma (Bizans) sürekli baskı altında tutulacak, barbar kavimlere karşı Batı Roma ile iyi ilişkiler içinde bulunulacaktı. Bunun nedeni, Roma'nın düşmanı barbar kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanı oldukları için, Batı Roma ile iyi ilişkiler içinde olmak gerekliydi.

   Uldız'ın Tuna boylarına kadar ilerlemesi, Kavimler Göçü'nün ikinci büyük dalgasını başlattı. Bunun sonucu olarak, barbar kavimler Roma topraklarına girmeye başladılar. Batı Roma, sınırlarını aşan barbar kavimleri durdurmada güçlük çekiyordu. Batı Roma'nın yardım isteği üzerine Uldız, Radagais idaresindeki barbar kavimleri, bu günkü Floransa'nın güneyinde yenilgiye uğrattı (406).

   Bizans’ı baskı altında tutmak için Trakya üzerine yürüdü. 409 yılında Tuna'yı geçen Uldız, bu hareketiyle Bizans'a Hun gücünü bir kez daha hissettirdi. Kendisiyle barış görüşmeleri için gönderilen Bizans elçisine, "Güneşin battığı yere kadar her yeri zapt edebilirim" diyerek, meydan okudu. Bizans anlaşma yaparak Hunların üstünlüğünü kabul etti.

   V. yüzyılın başlarında Hunlar, doğuda ve batıda kazandıkları başarılar sonucu, merkezî birliğe sahip güçlü bir devlet olarak ortaya çıktılar. Sınırları Orta Avrupa’dan Hazar’ın doğusuna kadar uzanıyordu.

   Karaton'dan sonra 422 yılında, Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) Rua, devletin başına geçti. Attila’nın babası olan Muncuk, erken ölmüştü.

   Devletin doğu kanadını Aybars, batı kanadını ise Oktar yönetiyordu.

   Rua, dış politikada Uldız'ın siyasetini izledi.

   BALKAN ( BİZANS) SEFERİ ( 422) :Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana kışkırtmak ve bağlı kavimleri Hunlardan ayırmak amacıyla Hun topraklarına gönderdiği casusları ileri sürerek, Balkan seferine çıktı (422). Hiçbir direnme göstermeyen Bizans, ağır bir yıllık vergi ödemek zorunda bırakıldı.

   Bu sırada Batı Roma İmparatorluğu iç karışıklıklar içinde bulunuyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizans İmparatoru II. Theodosius (408-450), İtalya üzerine ordu ve donanma gönderdi. Bu durum, Batı Roma’yı, Hun hükümdarı Rua'dan yardım istemek zorunda bıraktı. Rua, 60 bin kişilik bir kuvvetle İtalya üzerine yönelince II. Theodosius (II. Teodosyos), savaşa cesaret edemeyip, kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı.

   Bizans, Hunların tüm baskısına rağmen yine de Hun idaresinde yaşayan kavimleri kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bunun üzerine Rua, Bizanslı tüccarların Hun ülkesinde ticaret yapmaları ve ücretli asker toplamalarını yasakladı.

   Rua, Bizans'a sığınan Hun kaçaklarının geri verilmesi ile uğraştığı sırada, 434 yılında öldü.


   Rua'dan sonra Hunların başına Attila ve Bleda, birlikte geçtiler (434).

   Attila, babası Muncuk'un ölümünden sonra amcası Rua'nın yanında yetişmiş, birlikte savaşlara katılmış, devlet yönetimini ve Hun siyasetini öğrenerek tecrübe kazanmıştı.

   Büyük kardeşi Bleda ile birlikte tahtı paylaşmakla beraber, tüm yetkiler Attila'da olmuştur. Bleda'nın 445 yılında ölmesi üzerine Attila tek başına hükümdar oldu.

Attila'nın amacı, büyük bir devlet kurmak, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını egemenlik altına almaktı.

Avrupa Hun Devleti’nin en parlak zamanıdır.



Margos Barışı (434) :

Attila, Hun-Bizans ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyordu. 434 yılında Hun sınırına gelen bir Bizans elçilik heyeti, bu konuda Attila'ya beklediği fırsatı verdi. Bizans elçilerini, Tuna ve Morova nehirlerinin birleştiği yerdeki Margos kalesi önünde karşılayan Attila isteklerini, barış koşulları olarak yazdırdı.

Maddeleri:

a) Bizans, Hunlara bağlı kavimlerle görüşmeler ve anlaşmalar yapmayacak,

b) Bizans , kendine sığınan Hunları geri verecekti.

c) İki ülke arasındaki ticaret, ancak sınır kasabalarında yapılacaktı.

d) Bizans, ödemekte olduğu vergiyi iki katına çıkaracaktı.



Attila, bu anlaşmadan sonra ülkenin doğu bölgesini denetimi altına aldı. Volga boylarındaki Ak-Oğurların ayaklanma girişimlerini bastırdı (435). Bu sırada iç karışıklıklar içinde bulunan Batı Roma, Hunlardan yardım istemek zorunda kaldı. Bu yardım sırasında Oktar komutasındaki bir Hun ordusu, Burgondlara karşı büyük bir zafer kazandı (436).

NOT: Hun-Burgond mücadelesi, Almanların ünlü Nibelungen destanlarının kaynağı oldu.



   ATİLLA'NIN SEFERLERİ

   1- I. Balkan Seferi (441-442)

   Sebebi : Bizans'ın, Margos Antlaşması'nın koşullarını yerine getirmemesi üzerine, Attila, Bizans üzerine sefere çıktı.

   Olay: Doğu Trakya'ya kadar ilerleyen Attila, Batı Roma'nın araya girmesi üzerine, Bizans ile yeni bir antlaşma yaptı (442).

   Antlaşma Maddeleri: Bizans, ödemekte olduğu vergiyi artıracaktı. Bu sefer sonunda, Tuna boyundaki kaleler Hunlara geçti.

   Önemi: Böylece, Balkanlar'ın yolu Hun ordularına açılmış oldu .



   2- II: Balkan Seferi (447)

   Sebebi : Bizans'ın antlaşma koşullarına uymaması ve yıllık vergisini ödemek istememesi üzerine, Attila yeniden sefere çıktı (447).

   Savaş: İkiye ayrılan Hun ordusunun bir kolu, Yunanistan'a girip Teselya'ya kadar ilerledi. Atilla'nın yönetimindeki diğer kol ise, Sofya, Filibe ve Lüleburgaz şehirlerini ele geçirip, Büyük Çekmece önlerine kadar geldi.

   Sonucu: Bizans İmparatoru II. Theodosius'un elçisi Anatolyos, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı.

Anatolyos Barışı :

a) Bizans'ın ödediği yıllık vergi üç katına çıkarılacak,

b) Bizans, savaş tazminatı ödeyecek,

c) Tuna'nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacaktı.



   Bizans için yerine getirilmesi en zor koşul, yıllık verginin ödenmesiydi. Bizans imparatoru II. Theodosius, kurtulmak için, Attila'yı, bir suikast sonucu öldürmeyi plânladı. Bu durumu önceden haber alan Attila, Hun başkentine gelen elçilik heyetindeki suikastçıya, suçunu itiraf ettirdi. Attila, bu olay üzerine, imparatora ağır bir mektup gönderdi (448).

   Attila, güç kullanarak Bizans'ı cezalandırma yoluna gitmedi. Bunun sebebi, Attila'nın, Bizans'ı yeter derecede yıpratmış olduğuna ve onlardan ülkesine bir zarar gelmeyeceğine inanmasıydı.

   Bu sırada Hun siyasetinde de bir değişiklik görülmekteydi. Bizans'ı tamamen kendine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma'ya yönelme zamanının geldiğine inanıyordu.



   3- Batı Roma (Galya) Seferi (451)

   Sebebi: Bizans üzerinde kesin hâkimiyet kurduğuna inanan Attila, bu sefer Batı Roma'ya yöneldi. Attila, Batı Roma üzerine yapacağı sefere, bir bahane yaratmak için harekete geçti. Kendisine daha önce bir nişan yüzüğü gönderen İmparator III. Valantien'in kız kardeşi Honorya'nın (Honoria) teklifini kabul ettiğini bildirdi. Çeyiz olarak da, imparatorluğun yansını istedi. Attila, isteklerinin kabul edilmemesi üzerine, bunu savaş nedeni sayıp harekete geçti.

   Savaş: 451 yılı başlarında Orta Macaristan'dan batıya doğru harekete geçen Hun kuvvetlerinin yarısı Türk; diğer yarısı, bağlı kavimlerden meydana geliyordu. Hun ordusu, Paris yakınlarında Orleans'a vardığında, Aetyus (Aetius) komutasındaki Batı Roma ordusu savaş düzenini almış durumdaydı. İki ordu, Katalon ovasında karşılaştı.

Sonuçları:

1) Bir gün süren savaşı kimin kazandığı belli değildir. Ancak, Romalı General Aetyus'un bu savaştan sonra gözden düşmüş olması ve bir yıl sonra Roma üzerine yürüyen Attila'nın karşısına kuvvet çıkaramamaları, Romalıların bu savaşta çok büyük kayıplar verdiklerini göstermektedir.

2) Atilla'nın, bu savaşın sonucunda amacına ulaştığı görülmektedir. Attila' hin amacı, Batı Roma İmparatorluğu'nun asker deposu durumunda olan Galya'yı saf dışı etmekti. Bu nedenle, önce Galya (Fransa) üzerine yürüyen Attila, Roma'nın müttefiklerinin savaş gücünü kırarak Roma’yı desteksiz bıraktı.



4- İtalya Seferi (452)

   Attila, 452 yılında, 100 bin kişilik ordusuyla Alpleri aşarak İtalya'ya girdi. Roma İmparatorluğu'nun o zamanki başkenti Rovenna yakınlarına kadar geldi. Roma, Attila'nın karşısına çıkaracak bir kuvvet bulamadı. Roma büyük bir korku içine düştü. Senato, ne olursa olsun barış yapmak kararındaydı. Bu amaçla, barış görüşmeleri için Papa I. Leon'un başkanlığında bir heyet, Attila'nın yanına gönderildi.

   Papa I. Leon, Attila'dan, tüm Hristiyanlik dünyası adına Roma’yı bağışlamasını istedi. Attila, Papa'nın ricasını kabul ederek geri döndü. Attila, geri dönüşünde, Bizans'ın olduğu gibi, Batı Roma'nın da kendisine bağlandığı düşüncesindeydi.

   NOT: Roma’nın Hıristiyan dünyası için kutsal bir merkez olması ve Roma’yı 419 yılındsa yağmalatan Got kralının aniden ölmesini uğursuzluk sayması Atilla’nın bu kararında etkili olmuştur.

   Bizans ve Batı Roma İmparatorluğu'ndan sonra sıra, İran'da hüküm süren Sâsânî İmparatorluğu'na gelmişti. Bu devletin de egemenlik altına alınmasıyla Hunlar, dünya egemenliğini gerçekleştirebileceklerdi. Ancak, Attila, İtalya seferi dönüşünde ölünce, bu sefer gerçekleştirilemedi (453).



   AVRUPA HUN DEVLETİ'NİN YIKILIŞI

   Atilla'nın ölümünden sonra yerine geçen oğulları İlek, Dengizik ve İrnek, babalarının yerini tutamadılar.

Taht için yapılan kavgalar, Hunları zayıf düşürdü.

Bunun sonucu olarak, bağlı kavimler isyan ettiler.

İlk olarak tahta çıkan İlek, ayaklanan Germen kavimleriyle savaşırken öldü (454).

   Dengizik, cesur biri olmakla beraber, ülkenin siyasî bütünlüğünü sağlayabilecek yeteneklerden yoksundu. Birliği yeniden sağlamak ve devlete eski gücünü kazandırmak için Bizans'la giriştiği savaşta öldü (469).

   İrnek, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, Orta Avrupa'da tutunmanın zor olacağını anlayarak, Hunların büyük bir kısmı ile, Karadeniz'in kuzeyindeki geniş düzlüklere çekildi. Hunların bir kısmı buradan Orta Asya'ya dönerken, bir kısmı da Avrupa'ya doğru ilerleyen Avarlara katıldılar. Avarlara katılanlar, daha sonra Macarların ve Bulgarların ortaya çıkışında önemli rol oynadılar.