Evliya Çelebi ve Hakkında Bilinmeyenler

Evliya Çelebi
Evliya Çelebi
   Açıyorsunuz herhangi bir ansiklopedinin "Evliya Çelebi" maddesini ve okumaya başlıyorsunuz:

   Osmanlı seyyahı.Asıl adı bilinmiyor.Doğum tarihi 25 Mart 1611.İyi bir eğitim görmüş olup hafızdır.Sultan IV.Murad'ın musahibi olmuş,Enderun'dan çırağ edildikten sonra çıktığı seyahetlerde 17.yüzyıl ortalarındaki Osmanlı dünyasını başarılı bir şekilde yansıtmıştır.Ölüm tarihi 1684 diye tahmin edilmektedir.

   Bir Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir'inden okuyalım onu:

   Evliya Çelebi Bursa çeşmelerinden uzun uzadıya bahsettikten sonra sözü         'Velhasıl Bursa sudan ibarettir" diyerek bitirir.Canım Evliya! Sade bu iki cümlen    için benim hafızamda senin adın Bursa ile birleşiyor.Sen Bursa'nın şiirini              tadanların başında gelirsin ve bir gün senin ruhunu şad etmek istersek Bursa      çeşmelerinden birine senin adını veririz ve sen onun ağzından bu güzel şehrin    zaman içinde geçirdiği macerayı bize bir su damlası kadar saf ruhunla                nakledersin.

   Onu 400 Yıl Sonra Hatırlamak

   Bu iki anlatış tarzından ikincisi Evliya Çelebi'nin ruhunu adeta üs asır sonra yeniden konuşturmakta,birincisi ise onu,muhtemelen kendisini hiç de yakın hissetmeyeceği bir üslup çoraklığına davet etmektedir.Öyleyse Evliya Çelebi'yi 400 yıl sonra hatırlamanın anahtarı bellidir: Bilgiyi ruhun okyanusuna bandırarak sunmak.Zira ancak böyle sunulunca bilgi ölümsüzleşiyor ve insanın yalnız aklına değil,gönlüne de taht kurmayı başarıyor.

   Gazeteciliğin Piri mi?

   Gazetecilik,yazdığını okutma sanatı diye tarif edilebilirse Evliya Çelebi'yi 'gazeteciliğimizin piri' ilan etmekte bir beis yoktur.Çünkü anlatacağı şeyin aklında nasıl kalacağına dair şaşılacak bir meleke sahibidir.Mesela Artvin'in engebeli arazisini anlatmak maksadıyla "Kahve ikram ettiler,fincanı koyacak düz bir yer bulamadık" cümlesi tek başına,resmin olmadığı bir çağda manzarayı önünüze sermeye yeterlidir.

   O efsane,masal,kıssa,deyim veya fıkra gibi sözel unsurları son derece bilinçli bir şekilde metnin içine serpiştirir.Bunu o kadar ustaca yapar ki,okurunu yormaz.Tarihe davet etse bile başka metinlerde biraz soğuk bulduğumuz ayrıntıların paslı kapılarının menteşelerini zorlamayı başarır.

   Ummanlara dalmış gemilerden dalgaların uğultusuna karışmış bir halde Huseyn-i Baykara fasıllarının yükseldiği duyulur.Karlar yağar sarığınızın üzerine.İçiniz ürperir zifiri karanlıktan ve soğuklardan.Sonra apaydınlık dağ başlarına tırmandırır sizi;alabalık ızgarası eşliğinde zikir halkasına dahil olursunuz.Taşlar ve kuyular konuşur sizinle;asla şaşırmazsınız.Bir 'iç ses'in yolculuklar boyunca peşinizi bırakmadığını hissedersiniz.Onunla beraber tayy-ı mekân ve tayy-ı zaman edersiniz.Hiç farkına varmadan "evliyalık" ın size de sirayet ettiğine tanık olursunuz.

   Bir Coğrafyanın Her Santimetrekaresi

   Kutsalından lanetlisine şehirleri,Çingenesinden kadınlara kasabaları,platin gövdeli dereleri,cenneti andıran ormanları,kokuları unutulmuş yemişleri,kaplıcalardaki şehrayinleri kalem kudretiyle önümüze serer.Bir cihan devletinin coğrafyasının neredeyse her santimetrekaresini onun uğurlu ayaklarının çıkardığı seslere kulak kabartmış halde yanı başınızda,bazen içinizde yankılanırken bulursunuz.

   Eşkıyaları bile sevdirir size.Tarih kitaplarında kanlı yüzlerini gösteren savaşların komik ve beşerî yüzünü açar.Böylece asırların içine oyduğu sihirli bir kanalla hayatın kendisindeki zengin çeşitliliği yakalar ve bir ayna gibi geleceğe aksettirir.Bu kanal,hayatın kendisi kadar canlı,onun kadar çeşitliliğe açık ve olanca imkanlarını seferber etmekte yetinmez,aynı zamanda bir etnografya âlimi gibi çalışarak,diller,şiveler,lehçeler hakkında da bilgi ve cömert örnekler sunar.

   Yemekler konusunda ise üstüne yoktur.Yöresel yemekleri tadar,yer yer tariflerini de verir.Mesela Bitlis'i yöneten Abdal Han'ın Sultan IV.Murad'a ikram ettiği 50 çeşit pilav ve hoşafın,cins cins reçellerin,muhallebilerin,Yemen kahvesinin,kısaca yüzlerce yiyecek ve içeceğin arasında geçirdiği dokuz gün,dokuz gecenin ayrınları hangi açıdan baksak hayret vericidir.Düşünün,soğuk suyunun gülsuyu,sıcak suyunun buhur koktuğu hamamı,Sultan Murad'a "Nolaydı,bu hamam benim İstanbul'umda olaydı" diye feryat ettirmiştir.

   Tesbihle Hesap Yapardı

   Evliya Çelebi rastgele gezmez.Bütün o dağınık,rindane görüntüsüne rağmen gezilerinde kendine özgü bir sistematik çerçeve bulunduğu gözden kaçmaz.

   Öncelikle gezilerine bir tür resmî yetkili (görevli) olarak gittiği için uğradığı yerleşim birimlerinin yetkililerinden ön bilgi alır,güngörmüş kişileriyle görüşür.Sonra belli bir plan dâhilinde ve mutlaka rehberle gezer.Nitekim yanında rehber olmasa bilmediği bir yerde bu kadar eksiksik eser sayım ve ziyareti mümkün olmazdı.

   Rakamlarla da arası gayet iyidir;bu demektir ki,matematiği bayağı kuvvetliydi.Mesela gittiği şehirlerin kalelerinin çevresini adımlayıp tesbihiyle hesap yaptığını bilir miydiniz? Bu,Evliya Çelebi için hemen hiç vazgeçemediği bir tutkudur.

   Nihayet velilerinin türbe veya makamlarını ziyaret edip ruhlarına birer Fatiha okumadan o şehirden ayrılmaz.

   Demek ki,Evliya Çelebi için gezmek,gölgenin mekân üzerinde yer değiştirmesinden ibaret sıradan bir eylem değildir.O,bir şehri şehir yapan yapan şeyin,daha da önemlisi,şerefli yapan şeyin,içinde yaşayanların ve daha önce yaşamış olanların ruhaniyeti olduğunun pekâlâ farkındadır.En önemlisi,onun nazarında seyahet etmenin özüne dönmekle,varlığın özüne ilerlemekle derunî bir bağlantısı vardı.

  'Kabe Dünyanın Ortasındadır'

   Bu sebepledir ki,ömrünün sonlarına doğru çıktığı bir hac yolculuğunda bize bütün yolculuğunun gayesini özetlemek ihtiyacını duymuştur.Şöyle yazmıştır defterine:

   Evvela bu hakir,riyasız Evliya,vücudumun kuvveti yerinde iken can ü yürekten
   seyahati arzu ederdim.Rüzgar süratli atımla diyar diyar gezmiş ve kalemimi 
   dile getirip kâh şehirlerin vasıfları,kâh peygamberlerin medihleri,kâh Kur'an 
   okumak ve kâh temaşa ettiğimiz büyük şehirlerin,kalelerini,nehirlerini,
   dağlarını görüp yazmaya gayret etmiştim... Kâbe'nin doğusuna geçip Kâbe'ye
   karşı,batı yönüne secde etmek nasip oldu.Allah'a hamdolsun,dünyayı seyahat-
   le dolaştığımız sırada doğuya,batıya kuzeye ve güneye secde ettik.Doğrusu
   Kâbe dünyanın ortasındadır.

   Anlıyoruz ki onun seyahat macerası,çevreden merkeze,bu merkezin yeryüzündeki en som tecellisi olan Mekke'ye ve Kâbe'ye yönelik bir manevî arayıştır.Baş,kaybettiği tacı orada bulmuştur çünkü.

   Böylece 44 yıl süren bu büyük yolculuğunun gayesinin Kâbe'yi tavaf etmek ve ona bütün yönlerden secde etmek olduğunu söyleyen "Canım Evliya'nın Seyahatname'sindeki sırra da dokunmuş oluyoruz.Ama sadece dokunmuş oluyoruz.Zira içine girebilmek için bizim de onun gibi küre-i arz iz sürmemiz,sadece yatay düzlemde değil,dikey düzlemde de seyahat etmemiz gerekiyor.Hem yolculuk dediğiniz şey,ruha açılan kapıları çalmak değilse nedir ki?

   Evliya Çelebi ve Nil Haritası

   Evliya Çelebi'nin atlas renkli dünyası,son olarak Robert Dankoff ve Nuran Tezcan'ın yayınladıkları Nil haritasıyla yeni bir boyut kazanmış oldu.Şimdiye kadar Oryantalizmin esaretinde kalarak "Müslümanlar neden ilgisiz ve meraksız?" diye ahkâm kesenlere verilecek en susturucu cevap da bu harita olsa gerek.

   Bize Nil'in haritasını çıkaran kişinin İngilizlerin "süpermeni" David Livingstone olduğu öğretilmişti daha önce;ama Vatikan kütüphanesinde keşfedilen Evliya Çelebi'nin Nil Nehri haritasıyla bir Osmanlı seyyahının en az iki asır önce bu haritayı yaptığı ortaya çıkmış oldu.Bu buluş aslında Osmanlı'ya Batılı merceklerle bakanlara verilen bir cevap olduğu kadar Evliya Çelebi'nin kanatları altına girerek okunduğunda mevcut önyargılardan çoğunun,Kuzey Kutbu'ndaki buzullar gibi eriyeceğinin de bir göstergesi oluyor.

Kaynak:"Gerçek Tarihin Peşinde"/Mustafa Armağan

Yorum Gönder