ŞEYH EDEBALİ : Osmanlı'nın Manevi Kurucusu

Yaptığı nasihatlerle Osman Bey kadar daha sonra gelen hükümdarları da derinden etkileyen Şeyh Edebali, Karaman'da doğdu. İlk tahsilini burada yaptı. Necmeddin ez-Zahidi'nin öğrencisi oldu. Daha sonra Şam'a giderek Sadreddin Süleyman b. Ebü'l- İz ve Celaleddin el Hasiri gibi zamanın seçkin alimlerinden dini ilimleri tahsil etti. Baba İlyas Horasani'den tasavvuf dersleri aldı ve manevi derecelere kavuştu.

Anadolu'ya dönünce Bilecik'te bir zaviye kurarak halkı irşada başladı. Zaviyesi gelenlerle dolup taşardı. Büyük bir koyun sürüsüne sahip olan Şeyh Edebali fakir fukaranın ihtiyaçlarını da giderirdi.


Ertuğrul Bey her işini onunla istişare ederdi. Oğullarının terbiyesini de ona ısmarlamıştı. Oğlu Osman'a: 'Oğul beni üz, aman şeyh Edebali'yi, üzme onu kırma ! ' derdi.
şeyh edebali
Şeyh Edebali

Roma Medeniyeti Yol Yapım Tekniği

Roma Medeniyeti yol yapım tekniği.Çağının ötesinde bir uygulama...Günümüzde Roma döneminden kalan harabe şehirlerden hala sapasağlam olarak yolları durmaktadır..
roma medeniyeti
Roma Medeniyeti

Osmanlı Döneminde Sultan III. Murat Han Bir Sabah Namazını Kaçırmış…

Osmanlı döneminde Sultan III. Murat Han bir sabah namazını kaçırmış… Dini hayatı her şeyden çok önemseyen bu büyük padişah kılamadığı bir sabah namazına fazlasıyla üzülmüştü. Bu üzüntü onu derin muhasebelere götürmüştü. Yüceler yücesinin huzuruna çıkmadan evvel, çabuk davranarak nefsini hesaba çekmiştir. Geçirdiği duygusal incinme neticesinde “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı derin manalı bir şiir kaleme almıştır. Bu şiirde manevi körlüğü zemmetmiş, uykudan açılmayan gözlerini gafletten uyanmaya çağırmıştır. Bilindiği üzere şair sultanlardan biri olan III. Murat, “Muradî” mahlâsıyla şiirler yazmıştır.


UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Seherde uyanırlar cümle kuşlarDill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.

Manas Destanı

Manas Destanı
Manas Destanı
Manas Destanı, Türk boylarından biri olan Kırgızların milli destanı, dünya edebiyatının da sayılı şaheserlerinden ve en uzunu olan destan, adını, destandaki kahramanlar alır.
Ünlü Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918) Manas Destanı’yla ilgili ilk derlemeyi, Kırgızistan’ın Tokmak şehri güneyindeki Sarı Bağış boyuna mensup bir Manasçıdan 1869′da yaptı. Radloff’un derlediği yedi bölümlük Manas Destanı, toplam 11 bin 454 mısradan oluşuyor. Fakat, Manasçıların okuduğu dize sayısının, 16 bin mısra civarında olduğu belirtiliyor.
Bununla olan maceraları destanca epeyce yer tutar. Destan Radloff’a gore 12452 misra olup, savas hengameleri sırasında aşk maceraları , eğlenceler, düğünler, Şamanizm’in etkisi altındaki inançlar, gelenekler, kahinlerin rolleri göze çarpar.

Kırgız Türkleri arasında doğan Manas destanı Kazak-Kırgız Türk kültür dâiresi içinde bugün de bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu destanın XI ile XII. yüzyıllarda meydana geldiği düşünülmektedir.
Destanın kahramanı Manas da, Oğuz Kağan Destanının islâmî rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi islâmiyeti yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında islâmiyet öncesi Türk kültür , inanç ve kabulle 600.000 beyit ile dünyanın en uzun destanıdır.
Manas, Kırgız kahramanlarındandır. Manas’ın babası Yakup Han’dır. Annesinin adı Çığrıcı’dır. Cakıp Han evlendikten on dört sene sonra Manas doğmuştur. Doğumu üzerine civardan gelen elçiler, onun bir kahraman olacağını hemen anlamışlardı.
On yaşına gelince tam bir kahraman oldu. Düşmanlarının üzerine saldırarak perişan etti. Atlarına at erişemiyor,zırhına ok işlemiyordu.
Cakıp Han, oğlunun atılganlıklarını, kahramanlıklarını görünce, onu korumak, onunla arkadaşlık etmek üzere, Bakay adında bir kişiyi onun yanına koymuştur.
Manas’ın savastığı düşmanları arasında en kuvvetlisi Gökçedir. Bazı varyantları 4oo.ooo mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dâiresinin kültür belgeseli niteliğindedir.
Bu muhteşem Türk Destanının tamamı 400.000 mısradır. Bir Kırgız destanıdır. Müslüman Kırgızlarla Budist Kalmuklar arasında mücâdeleleri anlatır. Bununla beraber Manas Destanının dokuzuncu yüzyılda, Kırgızların Yenisey Kıyılarında devlet kurmağa başladıkları sırada oluşmuş olduğunu ileri süren ilim adamları da vardır.

Manas’ın, tarihte gerçekten var olduğunu gösterir izler görülememiş ise de, Kırgız-Kalmuk mücadelelerinde göz doldurmuş bir Kırgız yiğidinin, belki de bir Kırgız Beğinin adı ve yiğitliği ile bu destana konu olduğunu düşünebiliriz.


Manas Destanı, Kırgızların bir bakıma ansiklopedisi gibidir. Manas Destanında Kırgızların bütün gelenek ve göreneklerini, törelerini, inanışlarını, görüşlerini, başka milletlerle olan ilişkilerini, masallarını ve ahlak anlayışlarını bulmak mümkündür.


Manas Destanının bütününü söyleyenlere Manasçı, bir kısmını söyleyenlere Ircı denilir. Manasçılar, destanı anlatırken kendi zamanlarının etkisi altında kaldıkları olaylar ile kendi duygu ve düşüncelerini de ustaca katmışlardır.


Manas Destanına ilk defa, Kazak-Kırgız yöneticisi olan Rus aslından Franel tesadüf etmiştir. Daha sonra Çokan Velihanof 1856 yılında destanı dinlemiş fakat destanın en uzun parçasını Radloff yazıya geçirerek 1885te yayınlamıştır.


Destanın en önemli bölümlerini Manas, Manas’ın oğlu Semetay, Manas’ın torunu Seytek, Colay ve Töştük’ün hikâyeleri teşkil etmektedir. Colay ve Er Tostuk hikayeleri ile ilgili bölümlerin Colay adında bir Manaş’çıdan derlendiği sanılmaktadır.



Destanın bölümlerine göre özeti:


1) Yeditör adını taşıyan yerde Boyun Han oturmaktadır. Boyun Hanın oğlu Kara Han ve onun oğlu Çakıp Han (Yakûp Han) adıyla anılır. Çakıp Han, Alma Ata ırmağının gözesinde, Sungur Yuvası denilen yerde yerleşmiştir; Çakıp Han’ın hiç çocuğu yoktur. Bir gün Tanrıdan bir oğlan çocuk ister, onun yiğitler yiğidi olmasını diler. Tanrının izni ile bir oğlu olur. Oğlu olduğu için de Tanrıya güzel bir kısrak kurban eder. Dört Peygamber gelip çocuğa ad kor, adına Manas, der.

Manas dile gelir, babasına: “Ben İslâm yolunu açacağım, inanmayanların malını yağmalayacağım” deyince Çakıp Han, çok eski arkadaşı olan Bakaya haber gönderir çağırır. Baka gelince Manas’ın söylediklerini Ona nakleder, bu söz üzerine Baka: “Pek güzel söz” der: “Hemen atlanalım, Çin’e akın edelim, Pekin yolunu bozalım!”
Dediği gibi yaptılar.
Çakıp Han’ın oğlu genç Manas ise on yaşına gelince ok attı, on dört yaşına basınca Hân Evini basıp yıktı, Hân oldu. Kâşgar’dan bütün Çinlileri sürüp Turfana tıktı, Turfandaki Çinlileri sürdü, Aksu’ya attı.

2) Kalmuk Han’ın oğlu Almambet’in Müslüman oluşu, Er Kökçe’ye sığınışı, Er Kökçe’den de ayrılıp Manasa gelişini anlatır:

Yerin yer suyun su olduğu çağda… altı atanın oğlu gavur, üç atanın oğlu Müslüman idi. O zaman Kara Han’ın oğlu Amambet doğdu, hemen büyüdü ve Müslüman oldu. Babasını Müslüman olmadığı için öldürdü, kaçıp geldi müslüman beylerinden Er Kökçe’ye sığındı. Er Kökçe’nin kırk yiğidi vardı. Bu kırk yiğit, Beylerinin bu Kalmuklu’ya, Almambet’e çok iltifatlar edip onu yanından ayırmadığını görünce kıskandılar, kıskanınca da Almambet hakkında dedikodular çıkarıp yaydılar. Bu yüzden Almambet ile er Kökçe Bey’in arası bozuldu.
Almambet kalkıp Manas’ın Bey evine geldi.

Manas da Almambet’i büyük iltifatlarla karşıladı. Manas, Almambet’i çok sevdi.

3) Manas ile Er Kökçe’nin savaşmasını anlatır:
Manas’ın çerileri Er Kökçe’nin ilini yağma ederler. Savaşta Er Kökçe yenilir. Ardından Çakıp Han, oğlu Manas’ı evlendirmek ister. Kız aramağa başlar. Temir Hanın kızı olan Kanıkey’in, Manas’a uygun bir evdeş olduğunu sağlık verirler. Temir Han da kızını Manas’a vermek istemektedir. Fakat Temir Hanın baş danışmanı bu evlenmeye engel olmağa çalışır. Bu yüzden düğün esnasında kavgalar olur, ucu savaşa ve yağmaya varır. Sonunda baş danışman Mendibay Manas’ı zehirler Manas ölür. Manas’ın ölümü ailesini yoksulluğa, sıkıntıya ve felâkete düşürür. Atı, doğanı ve köpeği mezarının başında ağlarlar; Manas’ın canını bağışlaması için Tanrıya yalvarıp yakarırlar. Manas’ın kırk yiğidi vardır ama hepsi de beğlerini unuturlar. Tanrı, Manas’ın hayvanlarının bu bağlılığı karşısında onların duasını kabul eder; Manas dirilir. Eskisi gibi, eskisinden daha güçlü bir şekilde iline ve töresine hizmet eder.


4) Kökütey Han’ın yas törenini anlatır:

Kökütey Han hastalanır. Son nefesini vermeden önce vasiyetini yapar. Ardından da ölür. Kökütey Han’ın ölümü üzerine komşu milletlerden yas töreni için çağırılanlar olur; herkes gelir. Büyük bir yuğ töreni yapılır. Törenin biteceğine yakın konuklar arasında bir kavga başlar, sonu savaşa varır. Manas ile Müslüman olmayan Colay Han arasında süren savaş uzayıp gider.

5) Göz Kaman’ı anlatır:

Çakıp Han’ın, küçükken Kalmuklara esir düşen ve Moğolistan’a götürülüp orada büyütülen Göz Kaman adlı bir kardeşi vardır. Göz Kaman Moğolistan’da, Kalmuklar arasında büyütülüp orada bir Kalmuk kızıyla evlendirilir; beş oğlu olur; bir gün oğullan ile birlikte asıl yurduna döner. Kalmukça konuşmaktadır.
Manas, hem amcasını hiç görmediği ve o güne kadar tanımadığı, hem de amcası Kalmukça konuştuğu için onu casus zanneder: yakalayıp zincire vurur. Bunları yaptıktan sonra böyle bir amcası olup olmadığını anlamak için babasına haber gönderir. Colay Han haberi alınca sevinir ve kardeşini hoş tutması için oğluna emir verir. Fakat Manas’ın annesi ile karısı da Göz Kaman’dan hoşlanmamışlar hele Kalmukça konuşmasını büsbütün yadırgamışlardır. Bu yüzden birlik olup hep beraber Çakıp Hanın buyruğunu hiçe sayarlar. Yalnız Manas babasının buyruğunu dinleyip amcasına iyi davranır, hatta amcası ve oğullan için büyük bir şölen verir. Fakat Göz Kaman’ın oğullan bu şölende bir kavga çıkarıp Manas’ı döverler.
Manas, Kalmuklara karşı sefere çıktığında amcasının oğullan Kalmukça bildiği için onlardan yararlanmak ister. Gökçegöz’ü Kalmuklara casus olarak gönderir. Gökçegöz Kalmuklar tarafına geçer geçmez Manas’a ihanet eder. Manas bunun üzerine Almambet’i gönderir. Almambet’in yardımıyla Manas savaşı kazanır. Bir çok ganimetler alır, dönerken yarı yolda Gökçegöz ile karşılaşırlar Gökçegöz Manas’ı, kırk yiğidi ile birlikte zehirler. Kırk yiğit ölür. Manas’ı, karısı Kanıkey kurtarır. Mekke’den erenler gelir, Kanıkey’e yardım ederler. Manas iyi olur olmaz Mekke’ye gider; dua edip Tanrıya yalvararak kırk yiğidinin dirilmesini sağlar. ”
6) Semetey’in doğumunu anlatır.
Manas artık ihtiyarlamıştır.
Ak atı halsiz düşmüş zayıflamıştır.
Manas kırk yiğidini yanına çağırır. Ölümünden sonra doğacak olan oğluna iyi bakmaları için vasiyet eder.
Ve Manas ölür.
Manas için büyük bir yuğ töreni yapılır, yas tutulur.
Çakıp Han Kanıkey’e haber göndererek Manas’ın kırk yiğidinden biri olan Abeke’ye Onu beğenmezse Köbeş’e varıp evlenmesini buyurur. Kanıkey’in doğumu yakındır:
– Kızım olursa dediğini tutar evlenirim, gel gelelim oğlum olursa evlenmek şöyle dursun ne Abeke’nin suratına ne de Köbeş’in yüzüne bakarım, diye cevabını gönderir.
Kanıkey’in bir oğlu olur. Dediğini yapıp kimseyle evlenmez. Ötekiler Kanıkey’in oğlunu öldürmek isterler. Bunu öğrenen Kanıkey oğlunu alıp babası Temir Han’ın ülkesine kaçar. Yolda türlü sıkıntılar çeker, başına gelmedik kalmaz”. Sonunda Temir Hanın ülkesine varır, Bey Evine ulaşır.
Temir Han kızına ve torununa kavuşunca pek çok şölenler verir. Torununa ad konulması için bütün il halkını toplar fakat çocuğa kimse bir ad bulup da koyamaz. Ansızın, nerden geldiği bilinmeyen aksakallı bir ihtiyar görünür, uzun uzun dualar eder; Temir Han’ın torununa Semetey adını verir.
Semetey büyür. Baba yurduna dönmek ister. Yola çıkacağı sırada annesi Kanıkey:
-Baka’ya selam söyle, ne söylerse sözünü tut, dışına çıkma, diye tenbih eder.
Semetey, baba ocağına döner. Çakıp Han sağdır; torunu Semetey’in, annesine yapılan eziyetlerin acısını çıkaracağını, öç alacağını sanarak korkar. Bu yüzden Semetey’i zehirlemeğe karar verir. Kararını uygulayacağı sırada durumu öğrenen Semetey hem Cakıp Hanı, hem de Abeke ve Köbeş’i öldürür.

7) Semetey’in baba ocağına yerleştikten sonrasını anlatır:

Semetey, baba ocağına dönüp öz yurduna yerleştikten sonra, Kalmuklar üstüne akınlar yapmak için hazırlıklara başlar. Babasının, hayatta kalan kırk yiğidini çağırıp toplar. Der ki:
– Akın yapmamız gerek; at sürüleri ve ganimet almamız gerek!
Bu sözden sonra sefere çıkar.
Fakat kırk yiğit, kendi aralarında toplanıp konuşurlar:
– Bizden öncekiler yetmiş yaşına vardı; bizden sonrakiler altmışına ulaştı. Biz, bu Semetey’in babasına hizmet ettik, şimdi de oğluna hizmet edeceğiz, ihtiyarladık artık. Semetey, bizi bu ihtiyar hâlimizde yüce dağ başlarından aşırmak diler, çağlayanlı sulardan geçirmek diler; bizi öldürmeğe kastetmiştir, dönelim! dediler.
Semetey’in buyruğunu dinlemediler, geri döndüler, kaçtılar.
Semetey, babasından kalma kırk yiğidin ardından yetişip onlara tatlı söz söyledi, alttan alıp yalvardı.
Semetey, onca sözden sonra babasından kalma kırk yiğide söz geçiremeyince onları öldürür.
Bu arada, Acubey ile Almambet’in birer oğulları olmuştur. Semetey, bu çocukları kendisine kardeş edinir.
Birinin adını Kançura ötekinin adını Külçura koyup öyle çağırır.

Kançura ile Külçura da büyürler. Büyüyünce Semetey’e hizmet etmeğe başlarlar. Bir gün gelir, Semetey, Kançura ile Külçura’ya, Akın Han’m kızı Ay Çürek’i evlenmek üzere kaçırmak istediğini söyler ve onlardan bu iş için hizmet ister. Bunun için de Akın Han’ın ülkesine sefere çıkılması gerektiğini anlatır. Dediklerini yaparlar, Ay Çürek’i kaçırırlar. Gel gelelim Ay Çürek’in bir de nişanlısı vardır ki Kökçe oğlu Ümetey dîye bilinmiştir. Bu Kökçe oğlu Ümetey, Ay Çürek’in kaçırılışını kendisine yediremez. O da karşılık olarak Semetey’in sürülerini yağmalar. Bunun üzerine aralarında bir savaş başlar. Birbirlerini karşılıklı olarak yağmalayıp dururlar. Sonunda Semetey, Kökçe oğlu Ümetey’e barış teklif eder. Savaştan yorulan Ümetey de bunu kabul eder.
Ümetey’le yaptığı barıştan biraz rahatlayan Semetey, başka bir sefere çıkmak için hazırlandığı sırada bir düş görür. Düşünü karısı Ay Çürek’e anlatır. Ay Çürek düşü yorumlayıp:
– Sen bu sefere çıkma, der. Çıkarsan başına bir felâket gelecek.
Fakat Semetey inatçıdır. Boş sözlere kulak asacak türden değildir. Karısının düşünü yorumlamasına karşılık:
– Düş dediğin şey saçmalıktır!., diye karşılık verdi.
Böyle demesine rağmen, düşünün hayra yorulması için de babasının ruhuna en iyi kısraklarından birini kurban eder. Arkasından Er Kıyas’ın ülkesine akın başlar.
Akının en kızışmış zamanında Almambet’in oğlu Kançura, Semetey’e ihanet eder ve onu yakalayıp Er Kıyas’a götürür. Semetey’e ihanet etmeyen Külçura’yı da köle olarak kullanırlar.
Bu sırada Ay Çürek bir oğlan çocuk doğurmuştur. Ay Çüreğin bir oğlan çocuğu doğurduğunu duyan Er Kıyas, çocuğu yaşatmak istemez. Öldürtmeğe çalışır. Oğlunu kurtarmak isteyen Ay Çürek Er Kıyası korkutur:
– Eğer sen benim oğlumu öldürtürsen ben de seni babam Akın Han’a şikâyet ederim, ülkeni alt üst ettirir öcümü alırım, der.
Er Kıyas korktuğu için çocuğu öldürtmeyip kendine evlât edinerek yanında alıkoyar. Halkını toplayıp çocuğa ad koymak ister. Fakat kimse bir ad bulamaz. Aksakallı Aykoca derler bir ihtiyar vardır, sonunda o gelir, Ay
Çürek’in oğluna Seytek adını verir.

Seytek de büyür, delikanlı olur, yiğit olur. Külçura’yı koruyup kölelikten kurtarır. Er Kıyas öldürülür. Bunlardan sonra Seytek baba yurduna, öz ocağına döner. Babasına ihanet eden Almambet’in oğlu Kançura, Seytek’in baba yurduna Bey olmuştur. Üstelik Seytek’in babaannesi Kanıkey’e koyun güttürüp çobanlık yaptırmış, işkence etmiştir.
Durumu görüp öğrenen Külçura, Kançura’yı yakalar ve Kanıkey de onu öldürür. Baba yurduna yerleşen Semetey ise Taşkent’ten Talasa kadar yayılan geniş ülkeleri yönetimi altına alıp oraların Hanı olur.
Kaynak:www.bilinmeyenturktarihi.com/

Ramayana Destanı

ramayana destanı
Ramayana Destanı
24000 Beyit ve yedi kitaptan oluşan Ramayana Destanı üç büyük Hindu tanrısından biri olan yeniden doğumlarından Prens Rama'nın başından geçenleri anlatan Valmiki tarafından yazılmıştır.Karısı prenses Sita bir şeytan tarafından kaçırılmıştır.Rama kaybolan karısını aramaya başlar.Uzun bir savaşımın sonunda Sita'ya kavuşur.

Sita daha sonra ormana çekilecek ve doğa üstü bir ölümle dünyada'dan ayrılacaktır.

Ramayana çeşitli bakımlardan dinsel metinleri içerir.Bol miktarda olağan dışı sahneler içermekte mitlere yer vermekte Ramayana'yı tanrılaştırmakta ve sürekli vaaz vermesiyle dikkat çeker.

Mahabharata Destanı

100.000 Beyit olan ve on sekiz kitaptan oluşan Mahabharata destanı Pandava ailesinin serüvenlerini anlatır.Pandavalar amcalarının oğullarına karşı tahtta hak iddia eden beş kardeştir.Aralarındaki gizli savaşım korkunç bir çarpışmayla sonuçlanır ve bu savaşta önderlerin çoğu ölür.Beş erkek kardeş ile ortak karıları olanDraupadi sağ kalmışlardır.Ama kısa bir süre sonra onlar da doğa üstü bir ölümün pençesine düşeceklerdir.

Mahabharata incil türünde öneme sahip bir bölüm içerir.Bhagavad Gita (TANRILARIN ŞARKISI) Konusu;Kahraman Krişnan'nın büyük savaştan önce Arjuna'ya verdiği söylevdir.Arjuna'nın (beş kardeşten biri)araba sürürcüsü kimliğinde bedenlenen ve arkadaşını çok seven Krişna.onu düşünmeye yöneltir.Ardından ona yalnızca çıkarsız davranışının değer taşııdığını gösterir.Sonunda onun düşüncelerini yavaş yavaş edimlerin koruyucusu ve güvencesi olan Tanrı ile O'na ulaşmak için önerilen yöntemlere çeker.Bu Arjuna'nın sürücüsü olmakla birlikte yüce varlığın tecelli yoluyla gerçek doğasını ortaya koymasıdır.Arjuna henüz belirsiz olsada işte bu tanrıyı aramaktadır...
Bhagavad Gita çok büyük bir saygınlık kazanmış pek çok mezhep tarafından kutsal sayılmış,sayısız insan tarafından ezberlenmi yorumlanmış taklitleri yazılmış ve dilden dile çevrilmiştir....
mahabharata destanı
Mahabharata Destanı

İgor Destanı

igor destanı
İgor Destanı
   Kuman Türkleri ile Rus Knezliklerinin 1103-1185 yılları arasındaki savaşlarını anlatır. Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Kuman-Kıpçaklar ile bu coğrafyada hâkimiyet mücadelesine girişen ve kuvvetli bir devlet olma yolunda ilerleyen Ruslar yaklaşık iki buçuk asır süren bir komşuluk münasebeti içerisinde bulunmuşlardır. Ruslar kendileri için en aamansız düşman olarak gördükleri Kumanları bir yandan küstürmemek için dostluklarını kazanmaya çalışmışlar, diğer yandan da bu kavme karşı ellerindeki bütün imkânlarını seferber etmişlerdir. Küstürmeme sebepleri ise aralarındaki iç çekişmelerde daima onların yardımına müracaat etmiş olmalarıdır. İşte İgor Destanı bu süreçte ortaya çıkar ve millî Rus edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir. Destanın orijinalliği konusunda Rusya'da oldukça ilmî tartışmalar yaşanmıştır. Ancak, destanın Kumanlar için de önemi vardır.

Ergenekon Destanı

ergenekon destanı
Ergenekon Destanı
   Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır. Kök-Türkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı'nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup, en büyük Türk destanlarından biridir. Ergenekon Destanı'nın, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir.

Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. 

Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Efsanesi'nin devamı, Ergenekon Destanı'dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir. 

Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir. 

Göktürkler'in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in işlettikleri demir ocakları ve dökümevleri bulunmuştur. Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi.

Cengiz Han zamanında Moğollar'a elçi olarak gönderilen Çin'deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu ''Meng-Ta Pei-lu'' adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar'a demir silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir.

Ergenekon Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler'e ait olduğunu gösterir.

Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da böyledir. Göktürk efsanelerinin, Bozkurt ve Ergenekon destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz. Hatta islami hikayelerde bile:
Bir Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz. Ali'nin Hz. Fatma'dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört çocuğundan biridir. Diğer Çocukları; ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Kasım'dır), önüne çıkan bir geyiği kovalar. Geyik bir mağaradan içeri girer. Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer. Mağaradan geçerek büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun'la karşılaşır. Dikkat edilirse, bu Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt'un hayatta kalan tek Türk gencini götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova da yine Bozkurt Destanı'ndaki kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek götürdüğü ovanın aynısıdır. Ayrıca yine bu ova, Ergenekon Destanı'ndaki Kayı ile Tokuz Oguz'un yurt tuttukları ovanın aynısıdır.
Altay Türkleri'nin efsanelerinde de Bozkurt ve Ergenekon destanlarının izlerini görmek mümkündür. Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar. En sonunda bir Bakır-Dağ'ın önüne gelirler. Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer. Genç bahadır da geyiği izler. Az sonra geyik kaybolur. Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır. Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi'nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir. Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır.

Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı. Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in kökenine ilişkin ''Ay Ata Efsanesi''nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de, Türkler'in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. Ay Ata Efsanesi'ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.

Ergenekon Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. Ergenekon Destanı'nın önemli bir çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir.
Ergenekon Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. Reşideddin, ''Câmi üt-Tevârih'' adlı eserinde Ergenekon Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, -yukarıda da değinildiği gibi- bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır (Ergenekon Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in, Türk Mitolojisi [1.cilt, 59-71. sayfalar] adlı yapıtında geniş bilgiler vardır).

Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın 17.yy.da yazmış bulunduğu ''Şecere-Türk'' (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki Anadolu'yu, Ergenekon'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır.
Ergenekon Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler'e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır.
Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır.
Destan aşağıda özetlenmiştir:
Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
"Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur !"
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, 
''Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

O çağda Türkler'in başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

Türkler'in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye "ERGENEKON" dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.


Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: 
"Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım."

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: 
"Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." 

Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler'in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

Ergenekon'dan çıktıklarında Türkler'in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.
Türk Beğleri, Ergenekon'dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar.

Latin Katolik Haçlılarının Ortodoks olan Bizans Şehrini (İstanbul) Ele Geçirişleri

Papa III. İnnocentius’un, Kudüs'ü kurtarmak maksadıyla tüm Avrupa'yı sefere davet etmesiyle başlayan IV. Haçlı seferi 1202 senesinde Venedik'te başlamıştır. Başlangıçta seferin hedefi Mısır'ı ele geçirmek ve oradan Kudüs'e girip kutsal toprakları kurtarmak olmasına rağmen Venedikliler bu seferin hedefini değiştirmeyi başararak, seferin yönünü İstanbul’a çevirmişlerdir.
İstanbul’u yakıp yıkan Haçlılar, 1204’de şehri ele geçirip Bizans İmparatorluğuna son vererek kendi görüşlerine ve Katolik inançlarına uyan Latin İmparatorluğunu kurmuşlardır.
Hristiyanlık Roma İmparatorluğu tarafından içi boşaltılmış ve pagan-putperest öğretiler ile doldurulmuştur.İslam toprakları üzerine düzenlenen onlarca Haçlı seferi ise nerede ise tamamen çıkar ve kazanç elde etmek üzerinedir.Tapınak şovalyeleri buna en güzel ve yerinde bir örnektir.
Resim : Latin Katolik Haçlılarının , Ortodoks olan Bizans şehrini (İstanbul) ele geçirişleri ve yağmalamaları.
Latin Katolik Haçlılarının Ortodoks olan Bizans şehrini (İstanbul) Ele Geçirişleri
Latinler ve Ortodokslar

Mercidabık Zaferi

Mercidabık zaferi
Mercidabık Zaferi
   Pazar sabahı,çölün korkunç sıcağı bastırmadan önce,puslu ovanın iki yanında ordular karşı karşıya geldiler.Asker sayıları aşağı yukarı seksen binle iki taraf için de denk sayılırdı.Osmanlı ordusu on iki bin tüfekli yeniçeri,otuz bin kapıkulu askeri ve sağ ve sol kanatlardaki yirmi biner Anadolu ve Rumeli askeriyle savaş nizamına geçti.Merkezde Selim Han ile Veziriazam Hadım Sinan Paşa bulunuyorlardı.Tüfekli yeniçerilerin arkasında,Çaldıran'da da olduğu gibi birbirlerine zincirlenmiş üç yüz adet seyyar top vardı.Sağ kanatta,Karaman Beylerbeyi Hüsrev Paşa,Anadolu Beylerbeyi Zeynel Paşa,Dulkadirli Şehsuvaroğlu Ali Bey ve Ramazanoğlu Mahmut Bey vardı.Sol kanat ise,Rumeli Beylerbeyi Yusuf Paşa,Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa ve Mengli Giray oğlu Saadet Giray'ın kuvvetlerinden oluşuyordu.
   Memluk ordusunda ise sağ kanat,Şam Naibi Sıbay'ın kumandasındaydı,sol kanat Halep Naibi Hayırbay'ın,merkez ise Halife III.Mütevekkil ile birlikte bulunan Sultan Kansu Gavri'nindi.
   "Öyle ya Lala Cafer Paşa" diyerek güldü Selim Han,"Bu dünya iki sultana dardır.Belki ancak bana yeter." Zincirli zırhının demir plakalarını yerleştiren içoğlanlarına yardımcı olduktan sonra kendisi gibi zırhlanmış atı,Karaduman'a atladı.Dizlerine kadar uzanan zincirlerin altındaki simsiyah ipeksi adaleleri titreyen hayvan olduğu yerde eşinip duruyordu.Selim Han,hayvanın burun deliklerine eski bir Moğol yöntemiyle kan sıvamış,hayvan,irileşen gözleriyle yerinde duramaz hale gelmişti.Şu anda tek başına koşmaya başlasa duramaz çatlayana kadar giderdi.
   Lala Cafer Paşa,ilerleyen yaşına rağmen,sanki günden güne gürleşen sakallarını karıştırarak,"Bundan sonraki hedefimiz neresidir inşallah Sultanım?" diye sordu harp öncesi coşkusuyla.
   Yavuz Han güldü,"Sen sır tutmasını bilir misin Paşa?"
   Paşanın yüzü umutla aydınlandı,"Elbette Sultanım."
   "Ben de bilirim." diye yanıtlayarak bir kahkaha patlattı Selim Han.
   Etrafındaki herkes kahkahalarıyla bu neşeye katıldılar.
   "Askeriniz ne de neşeli ve sabırsızdır böyle." dedi o ara Selim Han'ın yanına sokulan kalın zırhlar içindeki Hasan Can.
   Dostunun omzunu sıvazladı Selim Han."Çatışma öncesi askerin ruhunu öyle bir coşku sarar ki,az sonra ölme ihtimalini dahi düşünmezler.İşte harbin ilk adımı böyle başlar.Ama savaşın sonundaki sevinç yalnız kazananlara aittir ne yazık ki."
                                                     *
   Sultan Kansu Gavri ordusunun önündeydi.Generallerine başıyla bir işaret çaktı ve muhteşem bir disiplin örneği sergileyen askerleri çıt çıkarmadan dinlemeye başladılar.
   "Ey memluk askeri!Ey kahramanlar!Ey köle olarak getirildiği bu toprakların tek ve gerçek sahibi olan Türk'ün oğulları!Bir zamanlar,söz hakkı olmayan,ancak verilen emri yerine getirmek zorunda olan bir zavallıyken,şimdi dünyanın en güçlü devletinin sahibisin.Sen ki,azgın Moğol İstilası'nın önüne yer yüryüzünündeki tek güç olarak dikildiğinde,bu Osmanoğullarının memleketleri parça parça olmuştu.Yıldırım Bayezit maiyetiyle birlikte esir düşüp,düşman Moğol illerinde can vermişti.Ama sen,bir tek sen bu dünyanın ışığı olup gökyüzüne yükseldin.Kahraman Türkoğlu,bugün seni yeryüzünden silmek istiyenler de senin kanından olabilir.Ancak elin titremesin,çünkü ikilik fitnedir.İşte namus ve şerefini ortaya koyacağın en büyük gün gelmiştir.Artık durmak sana haramdır.Gazan mübarek olsun!.."
   Ordu hep bir ağızdan tekbir getirerek mızraklarını ve kılıçlarını kalkanlarına vurmaya başladılar.Tüm Mercidabık Ovası'nı korkunç bir uğultu kapladı.
                                                       *
   Peşinde,ordusunun yedi tuğunu taşıyan görkemli kapıkulu süvarileriyle askerinin önündeydi Yavuz Han."Kahramanlarım! Küfre destek olan,onun ortağıdır ve fesat ortadan kaldırılması gereken bir münkerdir.Karşınızdaki ordu,Hazret-i Ebubekir'e,Ömer'e ve müminlerin anası Ayşe'ye hakaret edenleri muhafaza edenlerin ordusudur.Fitne ruhlarını ve bünyelerini sarmıştır.Artık kanları helaldir.Nice kardeşimizin mübarek kanı,Memlukların,Safevilere verdiği destek sonucu dökülmüştür.Bugün Peygamberin gözyaşlarını silme,kırık gönlünü tekrar mamur etme günüdür... Bugün erlerin erliklerini ispat günüdür... Şehit olursak ahrette saadet bizimdir.Eğer düşmanı yenersek dünyada devlet bizimdir.Subhanellezi sahhera lena haza... Urun yiğitlerim,koman,Allah onara!"
                                                        *
   İki ordu da eski Türk harp stratejisi gereği hilal şeklinde dizilmişlerdi.Savaş,Memluk kuvvetlerinin ileri harekatıyla başladı.Sultan Gavri'nin planı gereği önce düşmanın kanatlarına sahte ataklarla vurulacak,ancak derhal geri çekilecek merkez harekatlendirilecek,takibe kalkan rakip kanatlarla merkezleri arasında bağlantı koparılıp yıldırım hızıyla Osmanlıların top ve tüfek birliklerinin bulunduğu merkez üzerine bindirme yapılacaktı.Ancak özellikle Memlukların sol kanat kumandanı Hayırbay,Sultan Gavri'nin korktuğu gibi ana plana uymadı.Sert bir taarruzla gerilettiği Osmanlı sağ kanadını takibe kalktı.Ancak tüfekçilerini merkezden sağa kanada doğru kaydıran Selim Han saldırının hızını daha ilk anda kesmeyi başardı.Bu arada Memlukların sağ kanadında beklenmedik bir olay daha yaşandı.
   Şam naibi Sibay aldığı bir mermiyle atından düştü ve bir anda düşmanın arasında kaldığını fark etti.Asıl kötüsü atını da yitirmişti ve çaresizce etrafına bakınırken iki azap askeri tarafından çapraza alınmıştı.Göğsünden ve kaburga kemiklerinin arasından mızraklandı.O esnada yardımcısı Balbak,kahramanca kılıç üşürerek yanına varmaya çalışıyordu.Öyle ustaca at kullanıyordu ki ona yetişmek ve vurup indirmek imkansız gibiydi.Balbak'ın atından atlayıp başına geldiğini ayrımsadığında Sıbay,o meşhur sözlerini söyledi,"Ölürken,canı yanmıyor insanın Balbak,yalnızca soluğum kesildi ve dermanım çekiliyor.Keşke böyle olmasaydı..."
   İki kanadının,yalancı taaruzlarının bile kısa zaman içinde çöktüğünü gören Sultan Gavri,merkez süvarilerinin tamamını hucüma kaldırdı.Ancak Osmanlı toplarının menzillerinin bu kadar uzun olduğunu bilmediğini fark etti işe o an.Topçular seri atışlar yapabiliyor ve inanılmaz bir isabet yüzdesi tutturabiliyorlardı.Topçu birliklerinin perdeleme atışıyla,orakla biçilen ekin misali kırılan süvarşler yanlara doğru açılıp,sancak açarak tekrar toparlanmaya çalışsalar da kanatlardaki tüfekçilerin yaylım ateşiyle gerilemeye mecbur kaldılar.
   Sultan Gavri,topyekün hücuma kalkmanın ne denli büyük bir hata olduğunu işte o an anlamış oldu.Ancak İsmail'in düştüğü hataya düşme zoruna gittiğinden,emrindeki beş bin kişilik hassa birlikleriyle o toz dumanın içinden direkt olarak Osmanlı merkezine yüklendi.Başarılı olabilmek için bir şansı olabilirdi belki,ancak Yavuz,cengaver Sultanın böyle bir çılgınlığa kalkışacağını kestirmişti.Yedekte tuttuğu tüfekçiler ve süvarilerle Kansu Gavri'nin birliklerini karşıladı.Sultan Gavri,zafer sarhoşluğuyla gaflete kapılmış bir düşman değil,kendisini hazır bekleyen birliklerle karşılaşınca önce durakladı,sonra da geri çekilmekten başka çaresi olmadığını anladı.Toparlanıp yeni bir stratejiyle savaşacağı yeni plan üzerinde çalışacaktı.Zamanında ricat emri vererek çember altına girmekten kurtuldu,fakat ihtiyar Sultanın kalbi tüm bu karmaşayı ve böylesi ağır bir yenilgiyi kaldıracak kadar güçlü değildi artık.Bir ara göğsünün sıkıştığını ve soluğunun kesildiğini ayrımsadı.Güçlü adelelerinin boşaldığını ve görüşünün karardığını hissetti.Çok geçmeden atından yere devrildi.O an,tıpkı Safeviler gibi,daha önce hiç yenilgi yaşamamış Memluk ordusu için kanlı bir bozgunun başlangıcı oldu.
   Sipahiler ve kapıkulu süvarileri düşmanı önlerine kattılar.Memluk ordusunun büyük çoğunluğunu kılıçtan geçirildi.Azaplar ve arkalarından gelen yeniçeriler ise düşmandan iki bin esir aldılar.Tüm ağırlıklarını,ordu hazinesini,dahası itibarlarını yitirmiş Memlukların kılıç artıkları,savaş alanını dağınık halde terk ettiler.

Kaynak:"Yavuz"/Okan Tiryakioğlu/Timaş Yayınları,adlı kitaptan yaptığım alıntıdır.